BİLBAO ( BASK BÖLGESİ ) ( İSPANYA ) – EMEL FIRATLI
BİLBAO ( BASK BÖLGESİ ) ( İSPANYA ) – EMEL FIRATLI
“Gezgin Yüzler” olarak, yeni yılı daha önce görmediğimiz farklı bir şehirde karşılamayı alışkanlık haline getirdiğimiz ve bundan büyük keyif aldığımız için, 2020 yılına girmek için bu sefer seçimimiz, Bask bölgesinden yana oldu. Aslında İspanya daha önce birkaç kez gittiğimiz ve sevdiğimiz bir destinasyon olmasına rağmen, Bask bölgesine gitmek kısmet olmamıştı. Burada da; Bilbao, San Sebastian ve Vitoria şehirlerini gezmeyi hedefliyorduk.
İspanya nın kuzeyinde yer alan Bask Bölgesi ve burada yaşayan Basklar; etnik kökenleri, kültürleri, dilleri, yaşam tarzları ile İspanyollardan çok farklılar ve kendileri de bunun farkında olup özellikle de sürekli vurguluyorlar, milliyetçilik duyguları oldukça yoğun. Bunu günlük yaşamda çok rahat gözlemleyebiliyorsunuz. Bu konuyu daha ayrıntılı olarak farklı bir yazıda ele almayı düşündüğümüz için, günümüzde tasarım ve gastronomi şehri olarak anılan Bilbao nun tanıtımına geçelim. Size çok ayrıntılı bir Bilbao rehberi hazırladım.
Atlas okyanusu ile Pirene dağları arasında ve İspanya nın kuzeyinde konumlanan Bask Bölgesinin en büyük şehri olan Bilbao; Biskay Körfezi kenarında konumlanmıştır. Haritadan da fark edileceği üzere şehir, Nervion nehri ile sarmaş dolaş olmuş, bu nedenle de nehir, şehri adeta süslemiş, Nervion un üzerine yapılan köprülerle de daha çekici hale gelmiştir. Önemli bir liman şehri olduğu gibi aynı zamanda endüstri alanında da söz sahibidir. Ancak son yıllarda turizm sektörü parlayan yıldız olmuş ve bu sayede şehir, hem daha çok tanınmış hem de ekonomisi gelişmiştir. Geçmişi, 1300 lere kadar uzanan şehrin kurucusu; Diego Lopez dir. Kentin tanıtımı esnasında, burası için önemli kişilerden de bahsetmiş olacağım.
Aylar öncesinden hedefi belirlediğimiz için; uçak biletlerimizi almış, Booking üzerinden otel rezervasyonumuzu yapmıştık. Seyahatimizin başladığı gün, İstanbul – Ankara uçuşu ardından yaklaşık dört saat süren yolculuğumuz sonrası yerel saat ile 11. de Bilbao Hava alanındaydık. ( Türkiye ile arasında 2 saatlik fark bulunmaktadır ) Şehre inerken de fark edileceği üzere Bilbao etrafı dağ ve tepeler ile çevrili bir şehir. İndiğimiz havaalanı, küçük olduğundan ve bizim uçağımızda da fazla yolcu olmadığından kısa sürede işlemlerimizi tamamlayarak, ülkeye giriş yaptık. Hemen belirteyim; Bilbao Havaalanı, mimar Santiago Calatrava tarafından yapılmış. Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere kuş şeklinde tasarlanmış.
Alandaki turizm bürosundan bizim için gerekli broşür ve haritaları aldıktan sonra yetkiliden eğer otobüs ile gider isek, ineceğimiz durak sonrası otelimize kadar en az 15 dakika yürümemiz gerektiğini öğrenince taksi ile gitmeye karar verdik. Aşağı yukarı 25 Euro tutacağı söylendi. Gerçekten de, bindiğimiz takside şoför, taksimetreyi çalıştırdı ve 25 Euro yazdı, vergi ile birlikte toplam 27 küsur Euro ödeyerek otelimiz önünde indik. Bu arada belirtmem gerekir ki; Havaalanından şehre ulaşım “Bizkaibus” denilen otobüsler ile gerçekleştiriliyor. ( A3247 nolu otobüs merkeze gidiyor.)
Otele ait rezervasyon bilgileri elimizde olduğu için kısa sürede çek-in işlemlerini gerçekleştirerek bavullarımızı odalarımıza bırakıp hemen dışarı çıktık. Çünkü o günün öğleden sonrasını değerlendirmek amacıyla Guggenheim Müzesinin biletlerini daha önceden almış ve saat 4 için rezervasyon yaptırmıştık. Hemen aperatif olarak buraya has
pinçoşlardan (pintxos ) atıştırdıktan sonra ( Bask yazısında bundan ayrıntılı bahsedeceğiz ama burada bir fotoğrafını paylaşayım ) otelimizin yakınında olan füniküler ile Artxanda Dağına çıkmaya karar verdik.
Bu füniküler, San Sebastian şehrinde 1912 yılında yapılan fünikülerden esinlenilerek 1915 yılında yapılmış. Sadece iç savaş döneminde bir süre çalışmamış. Fünikülere, Funikularreko Plazada fotoğrafını paylaştığım istasyondan bilet
alarak geçebilirsiniz. Trenler her çeyrekte hareket etmektedir. Üç dakika gibi kısa bir sürede, 770 metre tırmanarak, Artxanda Dağının tepesine çıkabiliyor ve nefis manzaranın tadına varabiliyorsunuz. Bilbao, daha önce de bahsettiğim gibi etrafı dağ ve tepeler ile çevrili olup, kendisi bir vadide yerleşmiştir. Bu yüzden de tepeden şehrin görüntüsü gerçekten çok güzel. Şehrin simgesi sayılan Guggenhaim Müzesi ve köprüler de buradan
gözlemlenebilmektedir. Burası sadece bir seyir tepesi olmayıp, yerel halkın da çok ilgi gösterdiği dinlenme ve piknik alanı olarak da kullanılmaktadır. Yürüyüş yollarının olduğu bu güzel ve yeşil parkta heykeller de bulunmaktadır. En ilginci ise Juan Jose Novellas’a ait olan ve iç savaşta ölenlerin anısına yapılan “parmak izi” heykelidir.
Füniküler ile tekrar aşağı indikten sonra, otelimizin hemen önünde yer alan Zubizuri Köprüsünden geçerek Müzeye doğru yola koyulduk. Beyaz renkte ve yelkenliye benzeyen, seyahatimiz boyunca defalarca üzerinden geçtiğimiz bu güzel yaya köprüsü, mimar Santiago Calatrava tarafından tasarlanmıştır. Bu nedenle Calatrava Köprüsü olarak da
anılmaktadır. Yapım yılı 1997 olan köprünün uzunluğu 75 metre, nehirden yüksekliği 10 metre olup, zemininde cam tuğlalar kullanıldığından özellikle gece aydınlatıldığında hoş bir görünüm arz etmektedir. Merdivenin yanı sıra yürüme platformu ile de çıkılabilmesi güzel düşünülmüş.
Zubizuri’den Guggenheim Müzesine giderken hemen yanında buluınan “Puente de La Salve” köprüsünün yanından geçiyorsunuz. Köprü, 1970 yılında, nehrin iki yakasını birleştirmek amacıyla yapılmıştır. 23 metre yüksekliğinde olduğundan tekne geçişleri rahatlıkla yapılmaktadır. Müzenin yer altına uzanan tasarımı sonrası köprü ile müze adeta bütünleşmiş ve köprünün diğer tarafında yer alan kule müzenin devamı gibi görünmektedir. 2006 yılında, köprünün modernizasyonu kapsamında; Daniel Buren tarafından tasarlanan Kırmızı renkteki yay benzeri yapı ( Larc Rouge ) hem köprüye, hem müzeye hem dev şehre farklı bir hava katmıştır. Özellikle akşamları ışıklandırıldığında çok hoş bir görünüm arz etmektedir.
Gelelim Bilbao nun kaderini değiştiren ünlü Guggenheim Müzesinin tanıtımına; müze öncesinde Bilbao, bir endüstri şehri olarak turistlerin hiç ilgisini çekmeyen ve ekonomisi gittikçe kötüleşen bir rota izlerken Bilbao yöneticileri radikal kararlar alarak müze yöneticileri ile anlaşmışlar. Guggenheim Vakfının dünyadaki 5 müzesinden biri olan Guggenheim, mimar Frank Gehry nin eseri olup 1997 yılında açılmıştır. Tasarımıyla ve pek çok özelliği ile ilklere imza atan modern sanat müzesi; şehrin miladı gibi olmuş ve turist akınına uğrayarak kısa sürede hem kendi masrafını çıkarmış hem de şehrin ekonomik yapısını düzelterek turizmi atağa kaldırmıştır. Ama uzağı gören şehir yöneticilerini takdir etmeden geçmemek lazım. Her türlü itiraza rağmen, kararlı davranarak masraftan kaçınmamışlar, yılmamışlar ve sanatçıları çalışmalarında tamamen özgür bırakmışlar.
İlginç tasarımından bahsettiğimiz ve 32.500 metre karelik geniş bir alana yayılan müze; bir tarafından bakıldığında gemi, başka taraftan bakıldığında bina görüntüsü sunmaktadır. Balık pullarına da benzetilen binanın titanyumdan yapılmış olması diğer önemli ayrıcalıklarından birisidir. Tonlarca ağırlığa sahip malzemenin kalınlığı olarak 3 mm. gibi rakamlardan bahsedilmektedir. Titanyumun özelliğinden dolayı günün değişik saatlerinde müzenin ışığı yansıtması ve renkleri değişiklik arz etmektedir.
Şekli ve yapıldığı materyal farklılığı gibi etrafında sergilenen bazı eserler de çok ilgi çekicidir. Mesela giriş kapısı tarafında yer alan, gördüğüm resimlere oranla kafamdakinden çok daha büyük olan ve tamamen çiçeklerden oluşturulan ”Puppy” adlı sevimli köpek, şehrin simgesi olmayı fazlasıyla hak ediyor. Bu çalışma; Amerikalı sanatçı Jeff Koons a ait.
Müzenin arka tarafında bahçede yine Puppy kadar güzel ve ilgi çekici eserler bulunmaktadır. Bunlardan biri, Amerikalı sanatçı Louise Bourgeois imzalı “Maman” olarak isimlendirilen 9 metre boyundaki bronz örümcek heykelidir. Sanatçı, bu heykeli annesine adamıştır.
Yine bu bölümde yer alan, Anish Kapoor a ait ve 73 küreden oluşan çalışma ile Jeff Koons a ait “laleler” çalışmaları ilgi çekmektedir.
Kısaca müzenin içinden de birkaç ayrıntı paylaşmak gerekir ise; müze ağırlıklı olarak çağdaş sanat eserleri ile öne çıkmaktadır. Amerika ve Avrupa dan sanatçıların eserlerine yer verildiği gibi, dönüşümlü olarak dünyanın farlı yerlerinde bulunan diğer Guggenheim Müzelerinden de eserler gelmekte ve sergilenmektedir. ( New York, Venedik, Abu Dabi gibi )
19 galeriye sahip olan müzenin en büyük galerisi; Richard Serra nın eserinin sergilendiği kısımdır. Çelikten yapılmış, tonlarca ağırlıktaki eser, müzenin çatısı tamamlanmadan yerleştirilip sonrasında çatı kapatılmış. “Snake” adlı eserin içinde gezerken, günün yorgunluğunun da etkisi olabilir bir ara sanki içinde kaybolmuşum hissi ile fenalık geldi desem yalan olmaz.
Müzenin içinde Atrium olarak adlandırılan kısım, mekanı daha ışıklı ve ilginç hale getirmektedir. Zaten binanın tüm kısımları, Atrium etrafında şekillendirilmiştir. Benim en çok hoşuma giden; ışıklı bir duvarın içine giriyormuşsunuz hissi veren bölüm ile göz yanılması üzerine çalışılmış, fotoğraf çekilmesinin yasak olduğu 105. Galeri oldu.
Müzenin ve günün yorgunluğunu aynı mekânda bulunan kafede, kek eşliğinde aldığımız kahveler ile bir miktar attık. Dışarı çıktığımızda hava kararmaya başlamış, bütün gece uykusuz kaldığımız için de yorgunluğumuz had safhaya ulaşmıştı. Akşam yemeğimizi aldıktan sonra hemen otele gitmeyi planladık. Böylece gezimizin ilk gününü dolu dolu yaşayarak tamamlamış olduk.
Baştan da demiştim ya burası tasarım ve sanat şehri diye; parklarda, yollarda pek çok heykele rastlamak tasınız. Bunlardan birkaç örnek paylaştıktan sonra yine bu bölgede bulunan diğer köprüler hakkında da ufak bilgiler vermek isterim.
Puente Pedro Arrupe; 2004 yılında açılmış yeni köprülerden biri olup Jose Antonio Fernandez tarafından yayalar için tasarlanmış. Ancak kendisi vefat ettiği için tamamlamak oğluna kısmet olmuş. Köprü, Duesto Üniversitesi ile karşı tarafı bağlamaktadır.
Hemen biraz ilerde yer alan köprü ise; Puente de Deustu olup 1936 da yapılmış, kısa süre sonra iç savaşta bombalanınca tekrar yapılmıştır. Açılıp kapanma özelliğine de sahiptir ancak uzun zamandır bu özelliği kullanılmamaktadır.
Günün sonunda otele dönerken, Otelimizin yakınında yer alan Belediye Binasını da fotoğrafladık. Burası aynı zamanda yeni yıl etkinlikleri için süslenen alanlardan biriydi. Bina, Joaquin Rucoba tarafından 1892 yılında yapılmış olup ön cephesi güzel görünümü ile hemen dikkatleri çekmektedir. İçerisinin de görülmesi gerektiği ve hayli güzel olduğu söylendi. Bunun için turlar düzenleniyor ancak önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyormuş.
Gezimizin ikinci günü, bizi güneşli güzel bir hava ile karşılayan Bilbao yu dinlenmiş olarak gezmeye hazırdık. Hedef; eski şehir. Ancak önce, terminale giderek ertesi gün gerçekleştireceğimiz San Sebastian ve bir sonraki gün için Vitoria otobüs biletlerini almamız gerekiyordu. Bu şehirlere direk olarak tren bulunmuyor. Vakit kaybetmemek için Tramvay ile San Mames durağına kadar gidip hemen yanında bulunan Terminal binasından biletlerimizi aldık. Bu arada hemen belirteyim; burası yürünerek rahatlıkla gezilebilecek bir şehir, ancak bizim gibi vakit kaybetmemek amacıyla tramvay tercih edilirse, her durakta bilet alabileceğiniz makineler var. Kullanımı çok kolay ve İngilizce seçeneği de bulunuyor. Biletlerimizi aldıktan sonra bu sefer; San Mames durağından Metro ile Casco Viejo durağına gittik. ( Bilbao nun metro güzergahı da ayrıntılı olmayıp çok basit, bilet alınması da çok kolay)
Casco Viejo durağında inerek eski şehir gezimize başladık. Burası Bilbao nun tarihi ve ilk kurulduğu yer olması açısından çok önemlidir. Aslında 3 sokak olarak, Nervion nehri kıyısında konumlanmak suretiyle başlayan bu bölüm, gittikçe genişleyerek 7 sokağa kadar ulaşmış. ( 1- Somera 2- Artecalle 3- Tenderia 4-Belosticalle 5-Carniceria Vieja 6- Barrencalle 7-Barrencalle Barrena ) İlk önce eski bölümün etrafında şehir duvarları bulunmakta imiş. Ancak genişlemeler sonucunda bu duvarlar yıkılmış. 1983 yılında yaşanan sel felaketi de şehirde epey hasara neden olmuş.
Günümüzde bu bölge; turistler için tamamen çekim merkezi olup, onlara hitap edecek tarzda cafe, restoran, hediyelik eşya dükkânları, ünlü mağazalar ve oteller ile çevrilidir. Trafiğe kapalı bu güzel alan, bölge olarak anıt kabul edilmiştir.
Metrodan; “Plaza Miguel de Unamuna” meydanına çıktık. İlk hedefimiz, Bilbaolular için çok önemli olan Begona Bazilikasını ziyaret etmekti ve turizm bürosundan bize söylendiğine göre yüksek bir tepe üzerinde yer alan Katedrale çıkmak için; merdiven ya da asansör kullanılması gerekiyordu ve ikisi de bu kısımda yer alıyordu.
Unamuna meydanı; küçük, sevimli, tarihi binalar ile çevrili bir alan. Meydana adını veren ünlü Bask roman yazarı; Miguel Unamunu nun bir büstü de yer almaktadır. Bask Müzesi ile Arkeoloji Müzelerinin de yer aldığı bu meydanda,
bahsettiğim, Bazilikaya giden tarihi merdivenler bulunmaktadır. 1745 yılında inşa edilen ve eski yerleşim alanını Bazilikaya bağlayan bu tarihi merdivenlerin 351 basamak olduğunu öğrenince, fotoğraf çekmekle yetinip doğruca asansöre yöneldik. Metro istasyonu içinde yer alan asansörü, bilet alarak kullanabiliyorsunuz. Gidiş-dönüş bileti alarak asansör ile yukarı çıktık. Ancak yukarı çıktıktan sonra da hafif bir rampa tırmanarak Bazilikaya ulaşabiliyorsunuz.
Basilica de Begona; Biskay ın koruyucu Azizi olan Virgin Begona ya adanan Tapınak, gotik tarzda olup Sancho Martinez tarafından yapılmıştır. Virgin Begona, özellikle denizciler açısından çok önemli olup onun adına belirli tarihlerde törenler düzenlenmektedir. Bazilikanın tepesinde yer alan saat kulesi ile İçeride yer alan vitraylar ve bazı tablolar dikkat çekicidir.
Asansör ile aşağı indikten sonra öncelikle; yakında yer alan Plaza Nueva ya yöneldik. Burayı hem görecek aynı zamanda yemek vakti yaklaştığından ve burası özellikle pinços barlardan yana zengin olduğundan, iki türlü değerlendirmiş olacaktık.
Plaza Nueva; ( Bilbao Plaza Barria) Kare şeklinde tasarlanmış olan bu alan, 1821 yılında inşa edilmeye başlanmış, ancak açılması 1851 yılında olmuş. Çepeçevre kemerli binalar ile donatılmış alanda, revaklar hoş bir görüntü oluşturmuş. Tamamen turistlere yönelik restoran, cafe ve hediyelik eşya dükkanları ile donatılmış. Burada, çok
zengin pinços menüsü olan bir restoranda öğle yemeğimizi aldık. Seçimimiz; deniz ürünlerinden oluşan pinçoslardı ve çok güzeldi. Ufak bir bilgi; Pazar günleri burada bit pazarı kuruluyormuş. Çok görmek isterdik ama bizim programımız buna izin vermedi.
Daha sonra, Arenal Bahçelerinin yakınında yer alan bölümü gezmeye başladık. Plaza Arriaga da bulunan Arriaga Tiyatrosu, neo-barok tarzda yapılan güzel ön cephesinin görünümü ile hemen dikkatleri üzerine çekmektedir.1890 yılında açılan Tiyatro, Joaquin Rucabo tarafından yapılmıştır. Mevcut isminin kime ait olduğunu duyunca biraz üzülüyorsunuz. Çünkü, kendisi 13 yaşında ilk operasını besteleyen fakat çok genç yaşta tüberkülozdan ölen, ünlü sanatçıları Juan Crisostomo Arriaga dır.
Yine bu bölgede bulunan İglesia de San Nicolas; denizlerin koruyucu azizi St. Nicholas Bari ye adanmıştır. Cephesi barok tarzda düzenlenen Kilisenin iki çan kulesi bulunmaktadır. Yapım yılı 1756 olup, İgnasio de Ibero tarafından tasarlanmıştır.
Puente del Arenal; şehrin eski köprülerinden biri burada 1845-1847 yılları arasında yapılmış ve ilk döküm İspanyol köprüsü imiş. Ancak selden zarar görünce yeniden fakat taştan inşa edilmiş. O da benzer bir kaderi paylaşıp, iç savaşta zarar görünce 1940 yılında mevcut köprü yapılmış. Köprüden karşıya geçtiğinizde, “Ensanche” denilen ilk
genişleme bölgesine yani yeni şehre geçiyorsunuz. Burayı gezmeyi daha sonraya bırakmamıza rağmen, karşı tarafta yer alan eski tren istasyonu “Estacion de Santander” ( Bilbao-Concordia Railway Station) çok güzel görünen cephesi
ile ilgimizi çekti ve yakınına giderek inceleme ihtiyacı hissettik. Tahminlerimizin aksine içerisi hiç ilginç değildi. Bina modernist tarzda Valentin Gorbena ile Severina Achucarro işbirliği ile yapılmış ve 1902 tarihinde açılmış.
Tekrar eski şehre dönüp tüm sokaklarını gezmeye başladık. Kadim bölgede, tarihi önemi olan iki kilise daha bulunmaktadır. İlki, Unesco Dünya Mirası listesine dahil edilen, Santiago de Compostelaya giden hac yollarından birinin bir parçası olan, aynı zamanda İspanya nın da tarihsel ve sanatsal mirası kabul edilen Santiago Katedralidir. Diğeri ise; İglesia de San Anton olarak bilinen kilisedir. Giriş ücretli olup alınan bilet ile her iki kiliseyi de gezebiliyorsunuz.
Santiago Katedrali ( Catedral de Santiago ) :
Katedral, buradaki en önemli yapılardan biri olup, Bilbao nun koruyucu Azizi St. James e ( Santiago ) adanmıştır. 15. Yy da yapılan bu gotik kilise, tarihi boyunca birkaç kez yenilenmiştir. Başlangıçta sadece kilise iken, 1950 yılında Bilbao da Piskoposluk oluşturulmuş ve burası Katedral ilan edilmiştir. Yukarıda da bahsettiğim gibi Unesco Dünya Mirası Listesine dahil edilen, Santiago de Compostelaya giden Jacobian Hac yollarından birinin üzerinde yer almakta ve bu nedenle de farklı bir önem arz etmektedir. Mevcut kule; neo-gotik tarzda olup 19. Yy. da yapılan yenilenmenin ürünüdür.
1.100 metre karelik bir alana sahip olan Katedralin iç kısmında sütunlarla ayrılmış üç kısım bulunmaktadır. Pek çok sanat eserinin de sergilendiği Katedralin içinde yer alan şapeller ve vitray pencerelerin mutlaka görülmesi gerekmektedir. Katedral, bu küçük ve sevimli meydanda yer almaktaydı, bu meydanda verdiğimiz kahve molası çok hoşumuza gitmişti.
Daha önce belirttiğim gibi, bilet ücretine yine çok önemli olan ve çok yakında yer alan San Anton Kilisesi de dahildir.
İglesia de San Anton ( San Antonio Abad ) : Büyük Anthony e adanmış ( San Anton ) ve 15. Yy. da yapılmış olan kilise, hemen nehrin yanında konumlanmıştır. 1546 ve 48 yılları arasında inşa edilen kilise Gotik tarzdadır. Ama yenilemeler sonucu; Barok ve Rönesans esintileri de eklenmiştir. Çan kulesi barok tarzdadır.
Bu kilise şehrin ve Athletic Bilbao nun ambleminde de yer aldığından ayrıca önemlidir. Kilisenin kulesi ve San Anton köprüsü amblemde yer almaktadır. Ancak, savaşlar sırasında yıkılan köprünün yerine yenisi yapıldığından amblem dekinden bir miktar farklılık görülecektir. Diğeri gibi bu kilise de ulusal miras ilan edilmiştir.
İçerde önemli sanatçılara ait eserler de sergilenmektedir.
Puente de San Anton; Bahsettiğim gibi kilise hemen nehrin ve San Anton köprüsünün yanında yer almaktadır. Nehir tarafından bakıldığında meydana çıkan köprü ve kilise kulesinin silueti şehir ambleminde kullanılmıştır. Ancak amblemde yer alan köprü, şehrin en eskisi olup 1330 lü yıllara dayanmaktadır. Tarihi boyunca birkaç kez yapılmak zorunda kalınmıştır. Mevcut köprü 20. Yy da yapılan ve Atxuri olarak da bilinen köprüdür.
( Bu güzel duvar resmini paylaşmadan geçemedim.)
Nehir üzerinde, San Anton a çok yakın iki köprü daha bulunmaktadır.
Puente de la Ribera; San Fransisko Köprüsü olarak da biline bu yaya köprüsü 1939 yılında açılmış ancak o da birkaç kez yeniden yapılmak zorunda kalınmıştır.
Puente la Merced; 1938 yılı yapımı bu köprüyü özel kılan, mühendis Manuel Gil de Santibanes in bir Bask efsanesinden etkilenmesi ve bu efsanede geçen kanatlı yaratıklara, köprü aydınlatmasında kullanılan armatürlerde hayat vermesidir. Efsaneye göre, bu varlıkların göğüslerini veya sırtlarını okşarsanız, sevgi ve şans bulacaksınız.
La Merced Köprüsünün karşı tarafındaki La Merced Kilisesi hemen dikkatinizi çekecektir. Ancak şu anda gençlik merkezi olarak hizmet vermektedir. Merak ederek içine girdik ama sanki gençlerin görünümü ve oynadıkları oyun nedeniyle bizde pek de sevimli olmayan bir yer fikri belirdi.
La Merced Köprüsüne yakın Barok tarzda inşa edilen Yohn Sarayı da Bask mimarisinin özel örneklerinden biri olduğu için atlanmamalıdır. La Bolsa olarak da bilinmektedir.
Gelelim bu bölgenin yeme içme konusunda çok önemli bir yere sahip olan Ribera Markete.
Mercado de la Ribera; paylaşacağım birkaç fotoğraf, sizlere buranın havası ve gösterilen ilgi hakkında az çok bilgi verecektir. Çeşit çeşit pinçosların sergilendiği, neredeyse yürümenin zor olduğu bu alanda yemek yemenin de farklı bir deneyim olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ancak biz şanslıydık ve çok güzel bir köşede, rahat koltuklara konumlanarak bu deneyimi yaşadık. Burası sadece yemek yenilen değil aynı zamanda yerel halkın alıveriş de yaptığı bir mekan.
Balıkların ve meyve sebzelerin satıldığı bölümler de bulunmaktadır. Burası, 1990 yılında Guinnes Rekorlar kitabında başarısı ile yer almayı hak etmiştir. Aynı zamanda, Avrupa nın en büyük kapalı marketi olan Ribera Marketin iç dizaynı da oldukça güzeldir.
Gelelim eski şehrin hemen yanı başında inşa edilen ve Ensanche ( genişleme alanı ) olarak anılan bölgeye ve onun devamında büyümeye devam eden yeni şehir kısmına. İlk genişleme kısmı, Modern binalar ile birlikte pek çok barok, gotik ve neo- gotik binalar ile iç içe geçmiş durumdadır.
Plaza circular ile başlayacak olursak; burada şehrin kurucusu olan; Don Diego Lopez de Haro nun 13 metre yüksekliğindeki heykeli bulunmaktadır. (Kendisi bu şehri 1300 yılında kurmuştur) Heykel, 1890 yılında Mariano Benlliure tarafından yapılmıştır, 1940 yılından beri de bu alanı süslemektedir. Meydanda bulunan Abando Tren istasyonunun içine girip, Güzel vitrayına göz atmanızı öneririm.
Buradan başlayarak ve şehrin ana caddesi olan Gran Via üzerinden devam ederek Plaza Moyua ya doğru zevkli bir yürüyüş yapabilirsiniz. Her zaman çok hareketli olan bu ana cadde üzerinde; bankalar, ünlü mağazalar ve alış veriş merkezleri bulunmaktadır. Bu ana cadde , Plaza Moyua dan sonra devam etmekte ve San Mames Stadyumunun yakınına kadar gitmektedir. Hemen caddenin başında bulunan, şu an benim de çalıştığım BBVA ( Garanti Bankası ) binası çatı kısmında yer alan sütunlar arasındaki bronzdan Tanrı Merkür heykeli ile dikkat çekicidir.
25 numarada bulunan Bizcaia İl Meclis binası çok güzel görünümü ile hemen dikkatinizi çekecektir. 1900 yılında açılan binanın mimarı, Luis Aladren olup barok ve farklı mimari tarzları bir arada sergileyen eklektik bir yapıdır. Foral Sarayı olarak da bilinmektedir.
Plaza Moyua nerdeyse hem Gran Via nın hem de bu bölgenin tam ortasında yer almaktadır. Mimar Jose Luis Salinas ın eseri olup 1940 yılında açılmış, burayı yeniden modernize ederek 1997 yılında açmak oğluna kısmet olmuştur. Çiçekler ile süslenerek düzenlenmiş alan çok hoş görünmektedir. Meydanın tam ortasında fıskiyeli bir havuz yer alır.
Buradaki önemli binalara kısaca değinecek olursak;
Chavarri Sarayı; bu meydanın en önemli yapılarından biri olup 1888 yılına tarihlenmektedir. Bizcaia Hükümet heyetinin ofisleri burada bulunmaktadır. 19. Yy Bilbao mimarisinin güzel bir örneğidir.
Hotel Carlton; İspanya iç savaşında, Bask hükümeti tarafından kullanılmış, 1995 yılında tarihi ve kültürel anıt olarak kabul edilmiştir. Açılış yılı 1926 olan binanın büyük cam kubbesi bulunmaktadır.
Bu meydanda Metro istasyonunun girişi dikkatinizi çekecektir. “El Fosterito” olarak anılan bu tüp şeklindeki yapılar, Norman Foster in imzasını taşımaktadır.
Edificio Sota; Moyua meydanının hemen yakınında bulunan bu güzel bina , şehrin genişleme dönemine dair bilgi veren ve anıt kabul edilen önemli binalardan biridir.
Gran Via ya çok yakın konumlanan İglesia del Sagrado Corazon, 1890 yılına tarihli, neo gotik tarzda tuğladan yapılan önemli binalardan biridir.
Bilbao nun mutlaka görülmesi gereken yerlerinden biri olan Azkuna Zentroa Alhondiga ya gitmek için, Plaza Moyuo dan, Alameda Recalde caddesine girip biraz ilerlemeniz gerekiyor. Burası 43.000 metre karelik eski bir şarap deposu. Günümüzde, değişik kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan bir merkeez olarak kullanılmaktadır. Hemen
belirtelim “Global mükemmellik ödülü” alan Avrupa’daki tek merkez olma özelliğini taşımaktadır. İçinde pek çok sergi ve konferans salonları, spor merkezleri, mağazalar bulunmaktadır.
Gran Via Caddesinin en sonunda, Plaza Sagrada Corazan bulunmaktadır. Burada yer alan 40 metre yüksekliğindeki altın renkli İsa heykeli 1927 yılında, heykeltraş Lorenzo Coullaut Valera tarafından yapılmıştır.
Bu bölgede bahsedebileceğimiz önemli yapılardan biri; Euskalduna Kongre Merkezi ve Müzik Salonudur. Eski Euskalduna tersanesinin olduğu yere,mimarlar Federico Soriano ve Dolores Palacios tarafından yapılmıştır. Açılış tarihi 1999 olan kongre merkezi aynı zamanda Bilbao Senfoni Orkestrasına da ev sahipliği yapmaktadır.
Buraya yakın konumlanan, ancak bizim gitmek için vakit ayıramadığımız önemli bir müze daha bulunmaktadır. İspanya nın önemli müzeleri arasında sayılan Güzel Sanatlar Müzesi ( Museo Bellas Artes de Bilbao ) eski, modern, çağdaş ve Bask sanatına ait eserlerin sergilendiği , 10.000 den fazla esere ev sahipliği yapmaktadır.
Şimdi de sizleri San Mames Stadyumuna, Athletic Bilbao takımının kalbine götürmek istiyorum. La Liga da yer alan Athletic Bilbao takımına ev sahipliği yapan, 53.332 kişilik stad, 1913-2013 yılları arasında hizmet veren eski stadın yanına yapılmış.İçeriye bilet alarak girebiliyorsunuz. Bu biletin ücretine, müze ve stad turu da dahil oluyor.
Biz gittiğimizde geç saatlere kadar olan turlar dolu olduğu için, satış yapmak istemediler. Ancak, turist olduğumuzu ertesi gün San Sebastian a diğer gün ise Vitoria ya gideceğimizi, sonrasında da ülkemize döneceğimizden vaktimizin kalmayacağını söylediğimizde, görevliler en az yarım saat süren telefon trafiği sonrasında bizi bir sonraki gruba dahil ettiler. Arkamızda uzun bir kuyruk vardı ve hiç kimse tek bir laf etmedi, bu da çok hoşumuza gitti .
İçeri girdiğinizde önce müzeyi geziyorsunuz. Eskilere ait hiçbir şey atılmamış ve sergileniyor. Stadın yapımı ve eski maçlar dahil pek çok olayı görsel olarak da canlandırmışlar. Saatiniz geldiğinde, tur rehberi, yaklaşık 15-20 kişilik grubu alarak, sporcuların soyunma ve hazırlık odalarını, basın mensuplarının çalıştığı alanları ve stadı gezdiriyor. Tur, alış-veriş yapabileceğiniz kısımda sona eriyor.
Bilbao gezimizin çok keyif aldığımız bölümlerinden biri ile yazımı noktalamak istiyorum. 2006 yılında Unesco Dünya Miras listesinde girmeyi hak etmiş, Bizcaia daki en ünlü köprülerden biri olan; Puente Colgante ( Vizcaya Köprüsü olarak da biliniyor.) 1893 yılı yapımı olan körünün pek çok önemli özelliği bulunmaktadır. Dünyanın en eski taşıma köprüsüdür. Yine dünyanın ilk ferforje asma köprüsü unvanını da taşımaktadır. Alberto Palacios tarafından tasarımı yapılmıştır. 61 metre yüksekliğindeki köprünün uzunluğu da 160 metredir.
Biz buraya ulaşımı, metro ile yaptık. Line 1 deki Areeta istasyonunda indik. Karşı tarafta inmek için de Penota durağını seçmek gerekiyor.
Köprünün altındaki satış bölümünden bilet alarak yukarı çıkabiliyorsunuz. Aldığınız bilet ile hem yukarı çıkıp köprünün üstünde yürüyerek yine asansör ile dönebiliyorsunuz. Hem de, araba ve insanların bindiği özel kabin içinde alt kısımdan karşıya geçebiliyorsunuz. Bu kabin gerçekten ilginç; kablolar ile asılı bir şekilde iki kıyı arasında ilerlemektedir. 6 araç ve 200 yolcu taşıma kapasitesindedir. Sadece kabinin deneyimi değil, asansör ile yukarı çıkmak ve köprüde yürümek gerçekten çok farklı bir deneyim, mutlaka yaşanmalı .
( Köprünün biraz ilerisinde yer alan anıt )
(Bilbao da böyle çok ilginç modern binala da bulunmaktadır. )