PANAMA ( PANAMA ) – EMEL FIRATLI
PANAMA – EMEL FIRATLI
Orta Amerika gezimizin son durağı olan Panama, Kosta Rika ile Kolombiya arasında yer alıp, Kuzey ve güney Amerika’yı birbirine bağlamaktadır. Bir tarafta Karayip Denizi, diğer tarafta Pasifik Okyanusunda kıyıları bulunmaktadır. Ziyaret ettiğimiz diğer bölge ülkelerinden sonra görüntü ve medeniyet seviyesindeki değişiklikleriyle dikkatimizi çekti ve parlayan yıldız olduğunu hissettirdi. Burada, ülke ile aynı adı taşıyan başkent Panamayı, turistik bir ada olan “ Bocas Del Toro”yu gezerek bir miktar fikir edinmiş olduk. Başkentin bizi en çok heyecanlandıran kısmı ise Panama Kanalı idi. Ertuğrul Fıratlı kanal yazısını daha önce paylaştığından ben size şehir hakkında bilgi vermeye çalışacağım.
Aslında Panama, tamamen suni bir kent. Panama Kanalının etkisi ile hızla zenginleşen ülkenin başkenti de payını almış, her taraf gökdelenler ve iş merkezleri ile dolmuş. Bu nedenle gezilebilecek yerler çok az olup merkezden birkaç kare paylaştıktan sonra daha çok eski şehri tanıtmaya çalışacağım.
Yeri gelmişken hemen değinmek isterim ki; ülkenin milli geliri çok yüksek olup kişi başı düşen milli gelir 12.000 dolar civarındadır. Ancak seyahatimiz sırasında öğrendik ki gelir dağılımında büyük adaletsizlikler var. Aslında ülkenin nüfusu çok fazla değil, buna karşılık, finans kurumları ve çok büyük ticari şirketlerin burada olması, serbest bölgeye sahip olması, bankacılık sektörünün önemli bir merkezi olması nedeniyle herkesin refah payının yüksek olması düşünülürken gerçekler öyle değil. Kanal dosyasında da belirtildiği üzere, kanalın inşaatını bitiren fakat daha sonra ülkeyi de topraklarına katan Amerika, daha sonra buradan çekilip kanalı da Panama hükümetine devretmiştir. Ancak ,halen burada işlerin büyük bir kısmını yürüten ve söz sahibi olan büyük firmalar Amerikan şirketleridir ve dolayısıyla kazancın büyük kısmı ülke dışına çıkarak Amerika’ya akmaktadır. Bu durum Wikileaks Belgeleri sayesinde de gün yüzüne çıkmıştır. Şehrin merkezinde lüks yaşam ve mega kent görüntüsü varken etrafında zor şartlar altında yaşayan insanlar bulunmaktadır. Kırsal kesime doğru hayat standartlarındaki bozulma gözlemlenebilmektedir.
Şehir tanıtımına geçmeden hemen belirtmem gerekiyor ki; Tropik iklim kuşağında olduğundan ülke ziyareti için en uygun zaman dilimi, Ocak- Nisan sonu olan daha kuru zaman dilimidir. Mayıs-Aralık arasında daha fazla yağış olmaktadır.
Tüm bölge ülkelerinde olduğu gibi Panama’nın geçmişinde de İspanyolların buraya gelmesi, çalıştırılmak üzere buraya getirilen Afrika kökenli köleler, bağımsızlık mücadeleleri, A.B.D nin işgali gibi dönemler bulunmaktadır. Dolayısıyla burada da benzer hikâyeleri dinledik. Tabii bütün bunlar eski şehir yapısını, ülkenin nüfus dağılımını vs. etkilemiştir. % 65 lik kısım Mestizo denilen melez ırktan meydana gelmektedir. ( Afrikadan getirilen köleler ile yerlilerin ve Avrupalıların karışımıyla ortaya çıkmışlardır.) % 12 yerli Amerikalı, % 10 Afrika asıllı, 5 6 beyaz gibi bir dağılıma sahiptir. Panama da kanal inşaatı sırasında getirilen Çinli ve Hintli işçiler de söz konusudur. Hatta Çinlilerin özellikle Market işletmeciliğinde söz sahibi olduklarına pek çok yerde şahit olduk. Eski şehrin tanıtımında da hep İspanyollardan bahsedeceğiz.
Gezmekten keyif alacağınız eski şehir; ülkenin ilk yerleşim yeri de olan Casco Viejo nun ilk kuruluşu 1671 yılıdır. Ancak ne yazık ki çok kısa bir süre sonra 1673 de korsan Henry Morgan ve adamlarının saldırısına uğrar, neredeyse tamamen yakılıp yıkılır. 1972-1973 yıllarında, Antonia Fernandez de Cordoba tarafından yeniden inşa edilmeye başlanan şehir, benzer saldırılardan korunmak için surlarla çevrilmiştir. Yakın tarihlere kadar girilmesi ve gezilmesi tehlikeli olan eski şehir, aksine şimdi tam bir çekim merkezidir. Haklı olarak Unesco Dünya Miras Listesine de alınan ( 1997 ) eski şehri tanımaya başlayalım;
Biz Casco Viejo ya araç ile gidip, saatlerce dolaşıp sonra da yürüyerek şehir merkezine döndük. Arada ufak molalar dışında gün boyunca süren bu geziden çok büyük keyif aldık. Bu kadar çok keyif almamızın nedeni Cinco Costera olarak adlandırılan, palmiyelerle süslü ve okyanus manzaralı yürüyüş yolu. Aslında burası eski şehir ile yeni şehri
birleştiren 64 dönümlük bir bölgenin çok büyük paralar harcanmak suretiyle doldurularak yenilenmesi sonrasında ortaya çıkmış. 2009 yılında tamamlanmış ve halkın da çok rağbet ettiği, konserlerin, karnavalların, fuarların yapıldığı cazibe merkezine dönüşmüş. Biz de yürüyüşümüz esnasında birkaç etkinliğe şahit olduk hatta onlarla birlikte eğlendik. Ancak ne kadar çok yorulduğumuzu akşam otelimize ulaştığımızda fark edebildik.
Yukarda bazı karelerini paylaştığım Modern şehrin en güzel görüntüsü şehrin bu tarafından yakalanabiliyor. Gökdelenlerin, üst üste binaların görüntüsü önüne gelen deniz görüntüsüyle birleşince ister istemez güzelleşiyor.
Gezimize Orta Amerika’nın en büyük kilisesi olan Metropolitan Katedrali ve onun bulunduğu meydan olan Plaza Catedral ( Plaza de la İndependencia) ile başladık. Ancak bu güzel Katedral bizim ziyaret ettiğimiz dönemde tadilatta idi. Bu yüzden ancak örtülü fotoğrafını paylaşabiliyorum. Barok mimarinin hakim olduğu bu Katedral, sömürge
döneminin en güzel örneklerinden biridir. 1796 yılında tamamlanmış Katedral, orta kısmı koyu renk yanlarındaki çan kuleleri bununla zıtlık teşkil edercesine bembeyaz görünümü ile hemen dikkat çekmektedir. Onlara bu beyazlığı veren ise istiridye kabuklarındaki sedefin kullanılmış olmasıdır. İçi de dışı gibi güzel olup 67 sütunu bulunmaktadır.
Katedralin bulunduğu Plaza de la İndependencia daki bir diğer önemli bina ise Kanal Müzesidir. Kuruluş tarihi1997 olup Panama Kanalının tarihi ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi ve belgeleri sunmaktadır. Bu meydan, geçmişte boğa güreşleri ve at yarışları için kullanılan bir alanmış. Meydanda bazı önemli kişilerin büstleri bulunmaktadır. Panama’nın ilk başkanı olan Manuel Amador Guerrero nun büstü de bunlardan biridir. Çevrede sömürge döneminin güzel örneklerini de görebilirsiniz.
Aşağıda fotoğraflarını paylaştığım, sadece duvarlarının bir kısmı ayakta kalabilen İglesia Santo Domingo Kilisesine aittir. Yapımı 1678 yılıdır ancak 1756 yılında meydana gelen yangında büyük zarar görmüştür. Kilisenin ayakta kalmayı beceren kemeri ( Arco Chato ) zamanında ne kadar güzel bir yapı olduğu hakkında bir fikir verebilmektedir.
Eski şehirde pek çok ufak meydan bulunmaktadır. Bunlardan biri de; İmparator Carlos V. İn büstünün yer aldığı Plaza Carlos dur.
Yürüyüş turumuzun bundan sonraki etabı; Plaza France idi ancak daha önce buradan görülen köprüler hakkında da bilgi vermek isterim. İlki; Hathaway Köprüsüdür ve Andrew Körfezinde yer alıp şehir merkezi ile plajı birbirine bağlamaktadır. Yapım yılı 1950 olsa da birkaç kez yeniden yapılmıştır.
Diğer şık köprü ise Amerikan Köprüsü olup, Kuzey ve Güney Amerika’yı birbirine bağlamaktadır. 1962 yılında Amerikalılar tarafından inşa edilmiştir.
Plaza Francia eski şehir bölümünde, burnun ucunda yer almakta ve harika bir manzara arz etmektedir. Ayrıca pek çok anıt, heykel ve önemli binalara ev sahipliği yapmaktadır. Ulusal Kültür Enstitüsü ve Fransa büyükelçiliğinin bulunduğu meydanda, Kanal inşaatı sırasında ölen binlerce işçinin anısına yapılan bir anıt bulunmaktadır. Ortadaki
dikilitaş 18 metre uzunluğunda olup tepesinde Fransızların sembolü olan horoz figürü bulunmaktadır. Dikilitaşın önündeki heykel, eski Cumhurbaşkanlarından Pablo Arosemena ya aittir. Ayrıca her iki yanda; Ferdinand Lesseps, Busts, Armond Reclus, Lucien Bonapart, Leon Boyer, Pedro Sosa ya ait heykeller bulunmaktadır.
Burası aynı zamanda eskiden hapishane olarak kullanılan yapıları da barındırmaktadır.
Ulusal Kültür Enstitüsü; sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapan bina, eskiden mahkeme olarak hizmet veriyormuş.
Plaza Bolivar, adından da anlaşılacağı üzere Güney Amerika kahramanı Venezüellalı Simon Bolivar ın heykeli ile süslenen, aynı zamanda güzel cafe ve restoranlara ev sahipliği yapan hoş bir meydandır. Eski adı, burada bulunan kiliseden dolayı; Plaza San Francisco imiş fakat daha sonra Panamerikan Kongresi için buraya gelen Simon Bolivar
onuruna alana adı verilip, ortasına da heykeli dikilmiş. 19. Yy a ait binalar ile çevrili alanın en dikkat çekici öğelerinden biri de, İglesia San Francisco de Asis olup aslı 17. Yy.da inşa edilmiştir. Ancak tüm meydanın ve bu arada bu kilisenin de çok büyük zarar gördüğü yangın sonrası yeniden yapılmıştır.
Hotel Colombia ve Ulusal Tiyatro, meydanı süsleyen diğer binalardır. 1908 yılında açılan Tiyatro neo-barok tarzda inşa edilmiş, birkaç kez restore edilmiştir. Palacio Bolivar, eski sömürge binalarından biri olup restore edilmiş, şu anda da Dışişleri Bakanlığı olarak hizmet vermektedir.
Görülmesi gereken önemli yerlerden biri de Panama Viejo olup ilk şehrin kurulduğu yerdir. 1519 yılında kurulan şehir, döneminde önemli bir ticaret merkezi olmuş fakat ne yazık ki korsan saldırılarına maruz kalıp, yıkıma uğramıştır. Yeni şehir bir daha burada kurulmamış daha farklı bir yerde yeniden inşa edilmiştir. Bu eski şehir
kalıntıları 1997 yılında Unesco Dünya Miras listesine eklenmiştir. Bir de müze bulunan ören yerine akşamüzeri gittiğimiz için maalesef geç kaldık, içeri giremedik. Sadece dışardan birkaç kare fotoğraf alabildik.
Alttaki ilginç yapı Bio Museum a ait. Panama 3 milyon yıl önce denizden yükselmek suretiyle yerini almış ve kuzey ile güneyi birleştirmiş. İşte bu oluşuma vurgu yapmak için müzede böyle bir mimari seçilmiş. İçerisinde; botanik bahçesi, açık ve kapalı sergi salonları, müze yer almaktadır. Jeoloji ve doğal tarih hakkında bilgiler verildiği gibi doğa şartlarının canlılar üzerindeki etkisi de sunulmaktadır. Mimarı; Frank Gehry olup dünyada da pek çok eserde imzası vardır.
En son otelimizin yakınında bulunan, gösterişli yapısıyla dikkat çeken, gotik mimariye sahip “La Iglesia De Carmen” den birkaç kare paylaşmak istiyorum. 1953 yılında açılan kilise, Carmelitler tarafından inşa edilmiştir.