BUHARA – 1 ( ÖZBEKİSTAN ) – ERTUĞRUL FIRATLI
BUHARA (ÖZBEKİSTAN) – ERTUĞRUL FIRATLI
Tarihi ipek yolunu temel alan , Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’ı kapsayan rüya gibi gezimizin özellikle Özbekistan kısmı pek çok tarihi eseri barındırdığı, Semerkant, Buhara, Hive, Ürgenç gibi kadim şehirlere ev sahipliği yaptığı için çok çarpıcıydı. Hemen belirtmek isterim ki bunların içinde Buhara özellikle beni çok etkiledi. Aile soy ağacımızın sekizinci sırasının Buhara’ya dayanmasının da bunda etkisi oldukça fazla. Ben size bugün ata yurdum Buharayı anlatmak istiyorum.
Müslümanların ”Fahire” yani kıymetli dedikleri doğunun Kubbetü’l-İslam’ı olarak kabul edilen Buhara, özellikle İslam dininin yayıldığı 8. yy da Mekke/Medine ve Bağdat’tan sonra 3. Büyük merkez olarak kabul ediliyor. Yetiştirdiği büyük alimler, barındırdığı tarihi eserler, kendine has sanatsal örnekler ve mimari tarzı ile çok önemli
olup geçmişinde Perslere, Sasanilere, Müslümanlara ve pek çok Türk devletine ( Ak Hun, Göktürk gibi) ev sahipliği yapmıştır. Bilinen en az 2500 yıllık tarihe sahip olan Maveraünnehir’in parlayan yıldızı Buhara, Samani’lere ve Buhara hanlığına başkentlik de yapmıştır.
Bölgede yaklaşık 300 tarihi anıt vardır ancak bunlardan sadece 30-40 kadarı ziyaret edilebilir durumdadır. 13. Yy da buraya gelen Moğollar Buharayı gerçekten yakıp yıkmış ve çok büyük zarar vermişlerdir. Sadece bazıları, mesela kum altında kalanları zamanımıza ulaşmışlardır. 14. Yy da Timur sonrası medeniyet çok yükselmiş, eski eserlerde tamir edilmiştir. 2. Büyük yıkımını Sovyet döneminde yaşayan şehrin tarihi eserleri depo olarak kullanılmış bir kısmı da yol yapımı bahanesi ile yıkılmıştır. 2. Dünya savaşı sırasında da epey hasar gören şehirde bağımsızlık sonrası restorasyon çalışmaları başlamış halende devam etmektedir.
Özbekistan da kızıl ve kara olmak üzere iki çöl bulunur 300.000 nüfuslu Buhara işte bunlardan kızıl çölün içinde yer alır. Semerkant- Buhara arasını hızlı tren ile yaklaşık 1,5 saatte kat ettiğimiz için çöl yolculuğunun zorluklarını pek yaşamadık. Ancak Buhara’dan Hive ye giderken çölde yaptığımız otobüs yolculuğu yeni yapılan yollara rağmen oldukça yorucu idi. Ortalama 250 km hız yapan Afrosiyab hızlı treni, İspanyol yapımı olup Taşkent ten Semerkant ve
Buhara ya kadar çalışıyor, yakın zamanda Hive ye uzatılması da düşünülüyor. Çöl konusunu Hive anlatımına bırakıp tekrar Buhara ya dönelim. Tren istasyonu şehir merkezinden biraz uzakta konumlanmış. Trenden inip bizi bekleyen
otobüsümüze geçtikten sonra ilk ziyaret yeri olan ve şehir merkezine 10km uzaklıkta bulunan Bahaeddin Nakşibendi
türbesine gittik. İslam dünyasında ve Türkiye de etkili olan Nakşibendi Tarikatının kurucusu olan Bahaeddin Nakşibendi, 14. Yy başında bazı esasları ortaya koyuyor ve sonrasında Nakşibendilik çok yayılıyor. Sadece Nakşibendilik değil aynı zamanda İslam dininin önemli tarikatlarının % 90 nının çıkış yeridir Buhara.
Burası sadece bir türbe olmayıp aynı zamanda bir kompleks tir, içinde kadın ve erkek camileri ile medreseler ve
yönetim binalarını barındırmaktadır. Aşağıda paylaştığım fotoğraf Bahaeddin Nakşibendi nin türbesidir. Dikkat
edilecek olursa mezarı başında at kuyruğu ve beyaz kumaş asılı bir direk bulunmaktadır. Atın kuyruğu dervişliği ifade etmekte, beyaz kumaş ise o kişinin doğal hayatını yaşadığını anlatmaktadır. Kumaşın üstünde bulunan nar
motifi ise bu zatın İslam dininin sultanlarından biri olduğunu göstermektedir. Malum meyvelerin arasında sadece narın tacı bulunmakta ve meyvelerin sultanı kabul edilmektedir.
Kompleksin arka kısmın da geniş bir mezarlık bulunmaktadır, ancak ilginç olan burada cenazeleri gömülme şekli ve mezarlar farklılık arz etmektedir. Buhara çölün ortasın da yer aldığından ve toprak bir miktar kazılınca tuzlu su
çıkmakta bu nedenle İslami şartlara gömülme sağlanamamaktadır. Onlarda cenazeyi toprak üstüne yerleştirip, cenazenin üstünde boşluk kalacak şekilde toprakla örtüp en üstüne kerpiç tuğla ile kapatmaktadırlar.
Tuzlu sudan bahsetmişken hemen uyarmak isterim ki bu su barındırdığı bazı bakteriler nedeni ile içilemiyor, diş fırçalama ve duş almada bir sakınca olmadığı ancak içilmemesi gerektiği konusunda sürekli uyarı aldık. Yerel insanlar bu suyu kullandıkları gibi aynı zamanda içiyorlar da.
Türbe ziyareti sonrası öğle yemeği için gittiğimiz restoranda ki çok çarpıcı defile ve arkasından sunulan halk oyunları gösterisi ile hem çok şaşırmış hem de Buhara nın çok farklı iki yüzü beni çok etkilemişti. Aşağıda bunlara ait videoları paylaşıyorum.
Daha sonra, Unesco Dünya Miras listesinde yer alan tarihi şehir merkezine çok yakın olan otelimize giriş yaptık. Aynı
zaman da tarihi kapalı çarşının hemen yanında konumlanmaktaydı. Buhara da küçük fakat 16. Yy tarihlenen üç kapalı çarşı mevcuttur. Bunlar ; Taki-Sarrafon / Taki-Telpak / Taki-Zargoron olup isimleri Farsça dan gelmektedir. Tamamen Buhara ya has dokumaların, işlemelerin, elbiselerin, şapkaların, çini ve porselenlerin satıldığı bu
çarşılarda yine tamamen buraya has renk ve desenler dikkatinizi çekecektir. Mesela, suzana tamamen bu yöreye ait
özel bir el işçiliği olup aile boyu çalışmayı gerektirmektedir. Aşağıda fotoğrafını paylaştığım tarzda bir işleme
(Yanlış anlaşılmasın bu fotoğraf, suzananın sadece bir köşesine ait ufak bir ayrıntı) rehberimizin verdiği bilgiye göre tüm ailenin çalışması ile 1-1,5 senede yapılmaktaymış bu yüzdende fiyatları oldukça yüksekti. İpek ten yapılanlar pamuktan olanlara göre kıymetli ve pahalı idi.
Turumuza Buhara nın en eski camisini ziyaret ile başladık. Ancak caminin hemen yakınındaki kazı çalışmaları hakkında da bilgi verildi. Buhara da iki yılda bir yapılan festivalin hazırlığı sırasında bazı temeller bulunmuş, genişletildiğinde ise bir hamam ve kervansaray temeline ulaşılmış. Yani bu çevre tamamen tarihi kalıntılar ile
doluymuş. Arkeolojik çalışmalar hala devam ediyor. Dediğim gibi buranın en eski camisi olan Magok-i Attari camisi
(çukur anlamına gelmektedir) kod olarak biraz aşağıda konumlan maktadır ve kum altında kalması onu Moğol
saldırılarından kurtarmıştır. Sadece kubbeleri yıkılmış olan caminin şimdi görünen iki kubbesi sonradan yapılmıştır. Aşağıda fotoğrafını paylaştığım kapı Karahanlılar zamanında elden geçirilen kısmıdır. Çinilerin olmadığı o dönemde
(12. Yy) Karahanlılar tuğlanın üzerine sır koyarak pişirmeye başlamışlardır. Burada onun ufak bir örneğini görüyoruz. Bu camı günümüzde halı müzesi olarak hizmet vermektedir.
Eskiden konaklama için kullanılan bir kervansarayı ziyaret ettik. Ortası hayvanlar için ayrılan, eşyaların konması için odalar barındıran kervansaraylar, farklı bölgelerin insanlarına hizmet vermekteymiş. Mesela bu üstte paylaştığım kervansaray, zamanında Nogay Türklerini ağırlamak taymış.
Buhara nın en yüksek minaresinin kopyası gibi yapılan ve 16 m yükseklikte olan minareyi ziyaret ettik daha sonra. İlginç olan minarenin camiden ayrı yapılması idi. Selçuklu mimari tarzına benzemekte olup 12yy Karahanlılar’a
aittir. Yan tarafında cami ve medreseleri de vardır. Ancak medreseler 116.yy da yapılmıştır. Eskiden su problemi çok olduğundan buradaki gibi havuzlar yapılmış, biriken sular içme suyu olarak kullanılmıştır.
Gelelim şimdi Buhara nın en ünlü ve güzel Leb-i Havuz meydanına (leb:dudak) ( Lyabi Khauz) . 16.yy da ilk büyük medreselerden biri olan Kukeltaş medresesi buraya yapılıyor (süt kardeşler anlamında). Daha sonra Buhara nın veziri Nadir Divan Bey meydanı daha da güzelleştirmek için başka binalar yapmayı düşünüyor. 17.yy dergah binası
sonrada bunun karşısına kervansaray da yapılıyor. Burada eskiden Yahudi mahallesi bulunmaktaymış. ( Günümüzde de yaklaşık 500 aile burada yaşamaya devam etmektedir.) Meydanın ortasını, o zaman yapılan çok güzel bir havuz süslemekte. Bu havuz ile ilgili bazı rivayetler de anlatılmakta. Bunlardan birine göre; meydana havuz yaptırmak isteyen Buhara Emiri, bu alanda yaşayan Yahudilere yüksek miktarda paralar ödeyerek arsaları alır. Ancak sadece bir
Yahudi evini boşaltmaz ve ne teklif edilirse edilsin reddeder. Bunun üzerine evin etrafı kazılarak havuz yapılmaya, havuza su doldukça da ev erimeye çökmeye başlar. Bunun üzerine Yahudi, Emire giderek ücreti kabul ettiğini söylese de hiçbir şey alamaz. Havuz, o dönemde içme suyu ihtiyacını gideren yapay bir rezervuardır. Yanı başındaki dut ağaçlarından bazıları çok eski olup 16. Yy da dikilmiştir. Ağaçların arasında ve havuzun yanında bulunan güzel park, yörenin insanları ile kaynaşabileceğiniz, keyifle dinlenebileceğiniz bir alan. Buranın en ilgi çekici köşelerinden biri de; güler yüzüyle içinizi ısıtacak, tanıdık bir sima olan ama eşeğine düz binmiş Nasrettin Hoca heykelidir.
Bu alanın en eski ve Buhara’nın en büyük medresesi Kukeltaştır. (Kukeldash Madrassah ) Medrese, hem derslikleri hem de yatakhaneleri kapsamaktadır. İki katlı ve 160 odalı olan yapı, Abdullah Han tarafından yaptırılmış, üvey kardeşi olan Kukeltaş onuruna isimlendirilmiştir. Mavi çinili süslemelere sahip olan medrese, havuza bakar şekilde konumlanmıştır.
Nadir Divan Bey Hanakası ( Nadir Divan Beghi Khanaka ); Nadir Divan Bey Medresesinin karşısında, havuzun batısında yer almakta olup sufiler için yaptırılmış dergah binasıdır. Medreseden önce yaptırılan, uzun yıllar dini ve
kültürel bir merkez olarak hizmet veren bina kubbeli ve kare tarzı bir yapıya sahiptir. Sovyet dönemine kadar da faaliyetine devam etmiştir.
Nadir Divan Bey Medresesi ( Madrassah Nodir- Divanbegi ) ; İlk önce kervansaray olarak inşa edilmiş, dönemin Buhara emiri görmeye geldiğinde, “ne güzel bir medrese yapmışsınız” dediği için sonradan medreseye çevrilmiştir.
Havuzun doğusunda yer alıp yapım tarihi 1922 dir. İslami tarzın dışında olup, süslemelerinde kuş, güneş gibi figürlere yer verilmiştir. Burada İran etkisi olduğu söylendi. Medrese, 1993 yılında Unesco Dünya Miras listesine
dahil edilmiş, korumaya alınmıştır. Medrese içinde hem hediyelik eşya satan bölümler mevcut hem de lokanta olarak hizmet vermekte. Biz de burada akşam yemeğimizden önce bir gösteriye katıldık.
İlgimizi çektiği için, havuzlu meydanın arkasında, güney tarafta konumlanan Yahudi mahallesini de gezdik. Özellikle Sinagogda görevli bir hanım bize çok sıcak davranarak Yahudiler ve bu Sinagog hakkında ayrıntılı
açıklamalarda bulundu. Geçmişte Müslüman halktan çok yardım gördüklerini, beraber aynı camide ibadet
edebildiklerini, bu Sinagog yapılırken de çok yardım aldıklarını iletti. İlginç olan ise buradaki toraların çok eski hatta Kudüs’tekilerden bile eski olduğunun anlatılmasıydı.
Buhara, sadece tarihi dokusu ile değil,yemekleriyle de asla unutamayacağımız güzellikteydi. Öğle ve akşam yemeklerinin her birini genelde tarihi mekânlarda alıyorduk ve bu da o yemeği çok özel hale getiriyordu. Yine böyle bir yemekte Buhara’nın gece görünümü beni çok etkilemiş ve aslı gibi olmasa da fotoğraf ile yakalamaya çalışmıştım.