“DÜNYANIN EN İYİ ADASI”, FİLİPİNLER’İN GÖZBEBEĞİ BORACAY’A BİR YAKIN ZAMAN YOLCULUĞU – ALPER FIRATLI
“DÜNYANIN EN İYİ ADASI”, FİLİPİNLER’İN GÖZBEBEĞİ BORACAY’A BİR YAKIN ZAMAN YOLCULUĞU – ALPER FIRATLI
Eşim Ekin ile 2010 yılının Ekim ayında evlendik. Balayı rotamızı; o zamanlar aynı firmada çalıştığım, amatör fotoğrafçılık ile ilgilenen yakın bir arkadaşımın iş için birkaç ay kaldığı, muhteşem fotoğrafları ve izlenimleri ile aklımızı iyice çeldiği bir ülkeye çevirmeye karar verdik; Filipinler…
Başlıkta değindiğim zaman yolculuğu da Filipinler ve Boracay’in 13 yıl önceki halinin bir resmini çiziyor. Bizim gezimizden iki yıl sonra dünyanın en iyi adası seçilmesi, bu sıfat ve popülarite sonrasındaki yıllarda düşüşü ve Filipinlerin yeni yönetimi sonrası radikal geri dönüşüne de bu kısa zaman yolculuğundan sonra değinelim. …
İş arkadaşımın tavsiyeleri, internet araştırmaları ve o zamanlar popüler olan seyahat kitapçıklarından derlediğimiz bilgiler ile bir plan yaptık. Bu plana göre 7641 adadan oluşan ülkenin en popüler 5 adasını 3 hafta boyunca gezecektik. Ta ki Boracay’ı görene kadar…
Seyahatimizin ilk durağı, İstanbul uçağının indiği, ülkenin başkenti Manila oldu. İki günlük konaklamamızda, Filipinler’in en keskin sınırlarda yüzümüze çarpan gerçeklerini bu şehirde yaşadık. O yıllar itibariyle daha sadece Avrupa ülkeleri ve Ortadoğu’nun zengin emirliklerini görmüş gözlerimiz için fakir ülke kavramı ilk kez can buldu. İlginç bir şekilde, yine o aralar dünyanın en mutlu ülkeleri sıralamalarında üstlerde olan bu memleketin başkentinde insanların 1 metrekare barakalarda, motosikletler üzerinde, yakın zamanda taştığı görülen dere kenarındaki çadırlarda yaşaması bizi şaşırtsa da, 3 haftalık seyahatimiz boyunca alıştığımız manzaralar halinde bize eşlik ettiler.
Manila’dan Boracay’daki otelimize gidişimiz, öncelikle bir otobüs büyüklüğündeki pervaneli uçakla Boracay yanındaki büyük adaya iniş, sonra iki ada arasında dolmuş görevi yapan, üzerinde can yeleği giymenin zorunlu olduğu, 10-15 kişilik ilginç tasarımlı, kanat gibi görünen destek ahşaplı ince uzun kayıklar ve en sonunda otele kadar sizi taşıyan taksi yerine geçebilecek 3 tekerlekli, yolcunun, motorun yanında yerleştirilmiş bir kabinde seyahat ettiği rengarenk cici bir motosiklet vasıtasıyla oldu.
Boracay’a ilk aşık oluşumuz; uçağın inerken bize sunduğu manzara, kayık ile karşıya geçerken adanın uzaktan görünüşü, motosikletin adanın iç kısmından giderken önümüze çıkardığı inanılmaz tropik manzara veya otelimizin önünden ilk kez kumsalı gördüğümüz anlardan biri olabilir. Bunların herhangi biri ayrıca geri kalan seyahat planımızı değiştirme kararımızın mimarıydı. Ücretini önceden ödediğimiz için iptal edemediğimiz, 10 gün kadar sürecek Cebu ve Bohol adaları duraklarından sonra (iki adayı da iyi ki ziyaret etmişiz) bu ufak cennete geri dönmeye karar verdik.
Otelimiz, ince uzun adanın, diğer sahillere kıyasla daha fazla tercih edildiğini okuduğumuz, sakin denizi ve upuzun kumsalı ile meşhur doğu sahilinde bulunan ufak tatlı bir oteldi. Kıyıdaki tüm yapılar ziyaretçilerini, turkuazdan laciverte uzanan tüm mavi tonlarını barındıran denizle arasında, dünyaca ünlü muhteşem beyaz kumları, yapıların önünde yaya yolu niyetine kullanılan, tüm kumsal boyunca uzanan bir patika, sayfiye yerlerinin olmazsa olmazı hediyelik eşya, ziyaretçileri tekne ve dalış turlarına davet eden satıcılar ve kumsala serpiştirilmiş seyyar bambu çadırlarda 1 dolara 45 dakika masaj yapan teyzelerin boş kaldıkça aralarında yaptıkları kah İngilizce kah Tagalog’ca sohbet (seyahatimizin sonlarına doğru en azından bir kez yaptırmaya karar verdiğimiz, cüssesinden beklenmeyecek güç ve kondisyon ile hakikaten 45 dakika boyunca inanılmaz bir masaj yapan bu teyzelerden, 1 doların 1 buçuk liraya tekabül ettiği yıllarda ilk günden itibaren yaptırmamış olmamızın büyük pişmanlığı hala bazen aklımıza gelir), yine yakın zamanlarda edindiği, dünyanın en huzurlu mekanlarından biri unvanına yakışır bir şekilde kucaklıyor. Satıcıların bizi hiç rahatsız etmediklerini aklımda kalan ufak bir not olarak eklemeliyim.
Adanın meşhur olan yönlerinden biri de amatörden profesyonele her seviyeden dalgıçlar için eşine zor rastlanır bir yer olması. Hayatında hiç dalış yapmamış bizim gibi amatörler için de “helmet diving” denilen, içerisinde sürekli hava pompalanan bir hortum ile tekneye bağlı, ağır ve büyük bir başlık sayesinde 4-5 metre derinlikteki okyanusun dibinde yürüyebildiğiniz, okyanusun bin bir rengini barındıran balıklara ellerinizle yem verebildiğiniz harika bir alternatif de bulunuyor. Adanın diğer kıyıları daha profesyonel dalışlar için elverişli, nispeten daha hareketli, kayalıkları ve çok daha zengin su altı yaşamı ile adanın farklı bir güzelliğini sergiliyor.
Gün içinde deniz, güneş, huzurun mabedi olan kumsal, yine dünyanın en büyüleyicilerinden kabul edilen rengarenk gün batımının ardından gece için hazırlanmaya başlıyor. Otel, restoran ve barların tümü, kumsala yerleştirdikleri masa, sandalyeler, meşaleler ve açık büfe yiyecekler, her mekanda ufak da olsa bir sahne ve birkaç müzisyenin, birbirine karışıp asla kakofoni yaratmayacak kadar yüksek sesli hafif batı müzikleri ile tüm kumsalı, güzelliğini kaybetmeden bambaşka bir çehreye büründürüyor. Bizim gittiğimiz yıl açık büfelerin en tercih edilen konsepti, çoğunlukla deniz ürünlerinden oluşan alternatifleri ile “Moğol barbeküsü” idi.
Hem gündüzü, hem akşamı huzur dolu olan bu adanın sakin ve yavaş ahengine kapılıp fark etmeden geçen zaman, kısa bir moladan sonra geri dönmemizin gerekliliğini biraz daha pekiştirdi. Belki başka bir yazının konusu olmaya değecek, tarzları ve sunduğu güzelliklerin bambaşka olduğu Cebu ve Bohol adaları gezilerimizden sonra birkaç gün daha kalmak için geri döndük. Muson yağmurları sezonunun sonunda, turizm sezonunun açılışının da hemen öncesinde gittiğimiz Boracay’i ikinci ziyaretimizde -arada sadece 10 gün olmasına rağmen- biraz daha kalabalık ve yoğun bulmak bizi biraz üzse de, beklediğimiz güzelliklerden hiçbir şey kaybettirmeyecek planları değiştirmiş olmaktan asla pişmanlık duymadık.
2010 yılında yaptığımız bu gezimiz, damağımızda yalnızca keyifli tatlar bırakarak biterken, daha sonra buraya tekrar gelmeye karar verip, 13 yıl boyunca uygulamaya fırsat bulamamışken, adada çok büyük değişimler yaşandı. Muhteşem doğası, huzurlu atmosferi ve nispeten uygun bir bütçe gerektirmesi sayesinde adanın popülaritesi tüm dünya çapında arttı. 2012 yılında en prestijli seyahat dergilerinden kabul edilen Travel+Leisure dergisi tarafından dünyanın en iyi adası seçilmesi, aynı yıllarda farklı otoriteler tarafından en önemli seyahat noktaları listelerine üst sıralara yerleşmesi, adaya olan talebin patlamasana yol açtı. Bu denli artan talebi karşılamaya çalışan ada, otellerin çarpık büyümeleri, kaçak yapılan kanalizasyon eklentilerinin denize akıtılması, gemi atıklarının kıyılarda birikmesi, alternatif eğlenceler sunmak adına kumsalda sabaha kadar süren gece partileri ile adanın huzurlu sıfatını kaybetmesi ile hızla gözden düştü.
Büyük bir çöküş yaşamakta olan adanın kurtuluşu, 2016 yılında ülkenin başına geçen ve en yumuşak tabiri ile çok radikal bir yönetim prensibi benimseyen Filipinler başkanı Rodrigo Duterte’nin 2018 Nisan ayında orduyu konuşlandırıp turizme tamamen kapatması ile başladı. Yönetimi özel olarak oluşturulan bir devlet birimine verilen ada 6 ay boyunca adeta bir tadilat ve yenileme yaşadı. Çarpık ve kaçak yapılar, izinsiz eklenmiş kanalizasyon sistemleri yıkıldı. Kirlenen sahil, orman ve deniz -olabildiğince- temizlendi. Birkaç yüz işletme, çalışma izinleri iptal edilerek kapatıldı. Ulaşım altyapısı genişletildi. Aynı yılın Ekim ayında kısıtlı bir şekilde tekrar turizme açılan adada tekrar aynı sorunların yaşanmaması için turist sayısına bir sınır, ayrıca sahilde işletmelerin koydukları masa-sandalyeler, alkol tüketimi, ateş yakmak gibi yasaklar getirildi. Özel devlet biriminin Haziran 2022’de yönetimi tekrar yerel yapıya devrettiği ada, pandemi ile tüm turizm merkezleri gibi bir tökezleme daha yaşasa da, yavaş yavaş seyahat listelerinin yukarı basamaklarındaki hak ettiği yerlere tekrar çıkmaya başladı.
Bizi 13 yıl önce büyüleyen bu küçük ve muhteşem adanın, tekrar karşılaştığımızda artık bizim hatıralarımızda yaşayan yer olmayacağını az çok tahmin edebiliyoruz. Ama bugünkü çehresinin de bizi asla hayal kırıklığına uğratmayacağına eminiz