GALAPAGOS ADALARI ( EKVADOR ) EMEL FIRATLI
GALAPAGOS ADALARI – EMEL FIRATLI
Gezginlerin “görülmesi gereken hedefler” listesinde müstesna bir yere sahip olan ve bizim de uzun zamandır gitmeyi planladığımız Galapagos Adaları seyahatinin ilginç tarafı, pandemi dönemine denk gelmesiydi. Kapılarını dış dünyaya uzun zaman sonra açan adalar topluluğuna iki yıl sonra giden ilk Türk grubu olarak Kolombiya – Ekvador – Galapagos Adaları turunu aşı pasaportu ile gerçekleştirdik.
Ekvador’a bağlı olan ve Unesco Dünya Mirasları listesinde en tepede yer alan ve tüm özellikleri ile koruma altına alınmış bu adalar topluluğu, daha hava limanına adım atar atmaz başlayan sıkı kurallar ve prosedürleri ile sanki farklı bir özerk bölgedeymişsiniz gibi hissettiriyor. Adaya girerken resmi olmasa da pasaportunuza Galapagos damgası vuruluyor. (gerçi biz biraz abarttık, Charles Darwin istasyonunda da damga vurdurduk)
Ekvador’un başkenti Quito’dan Galapagos’a iç hat uçuşu yapmadan önce bavullarımızdaki bütün yiyecekleri, Quito’daki rehberimize emanet ettik. Bu adalara; sebze, meyve başta olmak üzere hiç bir gıda maddesi sokulmuyor. Böylece ekolojik dengesinin bozulmaması amaçlanıyor. Bir form doldurarak, altını da imzalayarak bu kurala uyduğunuzu kabul ediyor ve resmi hale getiriyorsunuz. 20$ vergi ücreti yatırıyor ve bunun için de bir belge alıyorsunuz. Bavullarınız X-Ray den geçtikten sonra plastik bir kelepçe ile kapatılıyor böylece içlerine sonradan herhangi bir şey atılması engelleniyor.
Hava limanına indikten sonra; pasaportunuz, vergi belgesi, kurallara uymayı taahhüt ettiğiniz ve imzaladığınız belgeyi ibraz ediyorsunuz. Kişi başı 100 $ da Milli park ücreti ödeyerek, Adalara giriş yapabiliyorsunuz.( Tabii söylememe gerek yok, her yerde aşı pasaportunuzu soruyorlar) Hemen belirtmem gerekiyor ki; turistler buraya ya bizim gibi havayolu ile geliyor ya da cruise gemi seyahatini tercih ediyorlar. Açıkta ve belirlenmiş bir alanda bekleyen gemilerden belirli adalara tekneler ile ulaşım sağlanarak geziliyor.
Galapagos Adaları, İspanyolca Islas Galapagos, Columbus Takım Adaları olarak da anılır. Doğu Pasifik Okyanusu’nun ada grubu olup, Ekvador ‘un bir eyaletidir. Dört milyon yıl önce volkanik bir patlama sonucu oluşan Adalar topluluğu, Ülkenin ana karasından 1000 km. açıkta ve batısında konumlanmaktadır. Halen etkinliği devan eden yanardağlara sahiptir. 4 ila 14 km. kare arasında değişen; 13 büyük, 6 küçük, çok sayıda adacık ve kayalıktan oluşmaktadır. En büyük ada; Isabela olup 2. Sırada Santa Cruz yer alır. Fernandına, Santıago ve Santa Cristobal diğer büyük adalarıdır. Adaların keşfi, 1500 lü yıllara dayanmaktadır. Bu coğrafya, uzun yıllar boyunca korsanlara ev sahipliği yapmış, İspanyol gemicilerin de uğrak yeri olmuştur. 1932 yılında da Ekvador’un sınırları içine katılmıştır. Birkaç hava alanına sahip olan adalar topluluğunun, Baltra adasındaki Seymour Hava Limanı bunlar arasında en işlek olanıdır ve Santa Cruz Adasında bulunmaktadır. Daha doğrusu, Hava Limanı Santa Cruz Adasının hemen yanında konumlanmış küçük bir ada üzerine yapılmıştır.
Baltra Seymour Hava Limanına iniş yaptıktan sonra Santa Cruz Adasına gideceğimiz için, hava limanı ile iskele arasında sık aralıklarla ring yapan otobüslere binerek 15-20 dakikalık bir seyahat gerçekleştirdik. Hemen belirteyim ki herkes bu otobüsleri kullanmak zorunda, başka alternatif bulunmamaktadır. İskeleden bindiğimiz tekne ile de kalacağımız Santa Cruz adasına geçerek, otobüsümüz ve yerel rehberimizle buluştuk. Bu adadaki “Puerta Ayora”
adalar topluluğunun en gelişmiş kasabasıdır. Galapagos’un toplam nüfusu; 20-25 bin olup bunun da % 50 den fazlası bu kasabada yaşamaktadır. İskeleye çıkar çıkmaz insanlara alışık olan ve hiç korkmayan denizaslanları, penguenler, iguanalar gibi ve asli yerlileri tarafından karşılandık.
Ekvador hükümeti tarafından, Galapagos’un bir bölümü vahşi yaşam olarak belirlenmiş olup, pek çoğu sadece bu adalara özel canlılara ev sahipliği yapmaktadır. Hatta bazı endemik türler sadece bir adaya ait olabilmektedir. Adaların her yerinde volkanik taş ve kayaları görecek ve bu yapının oluşturduğu ekolojik sisteme tanık olacaksınız. Tamamen bu adalara has hayvan ve bitki çeşitleri söz konusudur. Bu nedenle de Charles Darwin in ilgisini çekmiş, 1835 de buraya HMS Beagle ile gelerek çalışmalar yapmıştır. Adalarda 5 seneden fazla kalmış, özellikle de Galapagos ispinozlarından yola çıkarak evrim teorisini geliştirmiştir.
Bizim de adadaki ilk ziyaret noktamız; “Charles Darwin Araştırma İstasyonu” oldu. Burası bir müze görünümünde olup 1959 yılında oluşturulmuş. Bilimsel araştırmalar yapıldığı gibi, korumaya yönelik çalışmalar da yürütülmektedir. Özellikle dev kaplumbağalar, bebeklik döneminden başlamak üzere, özel koruma altındadırlar. Geçmişte korsanlar ve İspanyol gemiciler için gemilerde yemek maksadıyla kullanılan ve bu yüzden de kaybolmaya yüz tutmuş kaplumbağa popülasyonu yeniden sağlanmıştır.
Pinta Adasındaki dev kaplumbağa türünün soyunun tükendiği zannedilirken 1971 yılında bu adada tek başına yaşayan ve “ Yalnız George” olarak adlandırılan kaplumbağanın mumyası da ilgi çekmektedir. İstasyonda; laboratuarlar, çalışma ofisleri, satış bölümü ve cafe de bulunmaktadır. Büyük bir balinaya ait iskelet sergilenenler arasında yer almaktadır.
Tekne yolculuğu ile kayalıklara ve bazı adalara giderek buraya ait endemik bitki ve hayvanları gözlemleme ayrıcalığını yaşadık. Molalarda yüzme ve şnorkel ile dalma etkinliklerinin de yapıldığı tekne yolculuğunun daha başında şans bizden yanaydı, köpek balıklarının geçiş güzergahında gözlem yaparken, mavi bacaklı sümsük kuşları ile tanışma ve fotoğraflama fırsatını yakaladık. Burada, mavi bacaklıların yanında kırmızı ve gri bacaklı sümsük
kuşları da bulunmaktadır. Suyun yaklaşık iki metre kadar altına dalarak avlanan bu kuşları seyretmek büyük keyifti. Daha başka kuşları da fotoğrafladık ama en ilgi çekeni mavi bacaklılardı. Çiftleşme döneminde eşleri ile yaptıkları dans da görülmeye değermiş. Belirtmeden geçmeyeyim, bacaklarındaki mavi renk, tamamen beslendikleri yiyeceklerden kaynaklanmaktaymış.
Tepelerde gördüğümüz Fırkateyn kuşları ve yine endemik bir tür olan Lava heron kuşları da fotoğraf karelerimize girdi. Kayalıkların üzerinde bulunan kaktüsler tamamen buraya ait olup başka yerde görmek mümkün değil.
Tekneden inip çıktığımız adada yürüyüşe başlarken bizi çok hoş bir sürpriz, aşağıdaki gibi şahane bir manzara karşıladı. Benzer güzellikleri sürekli fotoğraflama şansı yakaladık.
Özellikle siyah volkanik kayaların güzel görünümüne eşlik eden iguanaların hepimizin ilgi odağı olduğu, Playa de los Perros sadece endemik canlıları ile değil görünümü ile de bizleri çok etkiledi. Yürüyüş esnasında çektiğim bazı videoları paylaşarak ne demek istediğimi anlatmaya çalışacağım. Kendinizi inanın farklı bir gezegende gibi hissediyorsunuz. Binlerce yıl önce doğal yollarla buraya gelen su İguanaları normalde yeşil renkteymiş fakat zamanla
buradaki taşlar gibi siyah renge bürünmüşler. Yine buranın şartları gereği yüzmeyi ve dalmayı öğrenmişler. Yaklaşık 12-15 metreye kadar dalabiliyor ve suyun içindeki değişik yosunlardan besleniyorlarmış. En büyük düşmanları da burada yaşayan büyük köpek balıkları. Ortalama 60 yıl yaşayan İguanaların dişileri, her yıl Ocak ve Şubat aylarında 4 ila 6 arası yumurta bırakıyorlarmış. Özellikle güneşin yoğun olduğu dönemlerde bu kayaların üzerine çıkarak enerjilerini karşılıyorlarmış.
Yürüyüş güzergâhımız üzerinde bulunan ufak tuz gölünden, sofralık değil de daha çok balık konservelerinde kullanılan tuz elde edilmektedir. Bizim ziyaretimiz esnasında kurak mevsim olduğundan su çok azdı. Mayıstan itibaren su artıyor ve tamamen pembe renge bürünüyormuş. Tabii flamingoların da uğrak yeri oluyormuş.
Bu gezimizin en çarpıcı bölümlerinden biri de Las Grietas denilen çatlak. 12 metre derinliğe, yaklaşık 10 metre genişliğe sahip olan bu oluşum adanın batısında konumlanmakta olup doğal bir havuz görünümüne sahip. Buradaki su, karadan süzülüp gelen tatlı su ile deniz suyunun karışımından oluşmaktadır.
Santa Cruz adasında bulunan “Tortuga Körfezi” , dünyanın en iyi plajları arasında sayılmaktadır. Bebek pudrası kıvamındaki beyaz kumu ve göz alabildiğince uzanan plajı ile gerçekten görülmeye değer bir köşe. Puerto Ayora Kasabasından buraya, 4 km. uzunluğunda bir yürüme yolu oluşturulmuş. Yolun iki tarafı da, adeta içine
girilemeyecek kadar sık kaktüs ve mangrov ormanı bulunmaktadır. Playa Brava olarak adlandırılan plajı, biz gittiğimiz gün çok dalgalı olduğundan kırmızı bayraklı ve girilmesi tehlikeli idi. Çok az yüzücünün yanı sıra sörfçüler okyanusun tadını çıkarıyorlardı. Aslında burada gel-git olayı kuvvetli olduğundan tavsiye edilmiyor. Bu plajın ilerisinde yer alan “Playa Mansa” buraya göre adı gibi daha sakin ve güvenli.
Köpek balıklarının geçiş güzergâhından tekne ile geçmiştik ve uzaktan görebilmiştik ancak yavru köpek balıkları geceleri Puerto Ayora kasabasının sahiline kadar geliyorlar. Bununla ilgili kısa bir video da paylaşmak isterim.
Tabii sadece hayvanlar değil buraya ait endemik ağaç, bitki ve çiçekleri de gözlemleyebildik. Fotoğraf ve videolardan görüleceği üzere; çok çeşitli endemik kaktüsler ve çiçeklerin yanı sıra; miconia, scalesia ve mangrov ormanları bulunmaktadır.
,