KARAKURUM ( MOĞOLİSTAN ) – EMEL FIRATLI
KARAKURUM ( MOĞOLİSTAN ) – EMEL FIRATLI
Cengiz Han döneminde Moğol İmparatorluğunun başkentliğini yapan Karakurum, aynı zamanda bizim için büyük önem arz eden Orhun Abidelerine de ev sahipliği yapmaktadır. Orhun vadisi, 2004 yılında Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilmiştir. Burada sadece Türkler değil , Moğollar ve Budizm’e ait kültürler de söz konusudur. Orhun nehrini de kapsayan Orhun Vadisi ve Karakurum bu nedenle büyük değer taşımaktadır.
Dünyanın en acımasız komutanı olarak kabul edilen Cengiz Han ve sonrasında Karakurum; kültür, ekonomi ve ticari anlamda müthiş zenginleşmiştir. Sınırlar çok büyümüş ve burası önemli bir ticaret yolu olmuştur. Zaten geçmiş dönemleri incelediğimizde İpek Yolunun en verimli çalıştığı dönemler; Moğol İmparatorluğu ve Timur zamanına denk gelmektedir. Çünkü sınırlar güçlü bir merkez tarafından kontrol edilmekte ve ticaret de güvenli bir şekilde yapılabilmektedir. Ticaretin de etkisiyle o dönemlerde Karakurum un kozmopolit bir yapıya sahip olduğunu bir Fransız misyonerin notlarından öğreniyoruz. Hatta Karakurum Müzesinde, bu misyonerin notlarından yola çıkılarak o dönem şehrin bir maketi de yapılmış. Şehirde; Budist tapınakları, iki cami ve kiliselerin varlığı da bize ne denli kozmopolit bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. O dönemde ticarette, Çinlilerin büyük payının da olduğunu öğreniyoruz.
Karakurum 30 yıl başkentlik yaptıktan sonra Kubilay Han, başkenti 1260 yılında Pekin’e taşınmış fakat buraya yine çok büyük önem vermiştir. Ancak Karakurum şehri 1388 yılında Ming Hanedanlığı tarafından yerle bir edilmiş ve geriye bu zenginlikten hiç bir şey kalmamıştır.
Budizm 1585 yılında devlet dini olarak kabul edilmiş ve şehrin kalıntılarından faydalanılarak Erdene Zuu Manastırı inşa edilmiştir. 108 stupalı bu dini yapı, dönem dönem zararlar görmüş, onarılıp yeniden inşa edilmiştir. Birinci Dünya savaşı sonrası Moğolistan, Sovyetler Birliğinin parçası oldu ve en büyük yıkımlardan birini de Komünizm
döneminde yaşadı. Sadece üç küçük tapınak ve dış duvarlar kalabilmiştir. Bu kalanlar da Stalin in etkisiyle, komünizmin dine baskı uygulamadığını dünyaya göstermek amacıyla bırakılmış, müze ve gösteri merkezi olarak hizmet vermesi sağlanmıştır. Günümüze gelebilen orijinal kısımlar aşağıda görülen üçlü tapınaklardır.
Karakurum Müzesi, 2010 yılında Japonya nın katkılarıyla kurulmuştur. Üç binden fazla esere ev sahipliği yapan Müzede; ağırlıklı olarak Moğol tarihini ve kültürünü yansıtan eserler, eşyalar, süsler ve sunumlar bulunmaktadır. Özellikle mezar yapıları, eski dönem ölü gömme teknikleri ve mezarlarda bulunan eşyalar ve heykelcikler dikkat çekiciydi. Hatta mezar yapıları ile ilgili bir video gösterisi de seyrettik ve birbiri arkasından açılan kapılar ve odalar ile çok etkileyiciydi.
Müzede en ilginç bölümlerden biri de; Türk toplumuna ve önemli ailelere ait mezarlarda bulunan kilden yapılmış heykeller olup hepsi de orijinaldi ve birbirlerine bezemiyorlardı.
Bölgede kazı çalışmalarına katılan farklı ülkelerden bilim adamlarına da müzede fotoğraflarla yer verilmiş. Çok hoşumuza giden bir etkinlik ise oraya getirilen okul çocuklarına o dönemin şartlarına uygun kilden örneklemeler yaptırılıyordu.
Moğollar, belirli birkaç merkez dışında halen göçebe hayatını yoğun olarak yaşayan bir toplum, ağırlıklı olarak hayvancılıkla geçiniyorlar. Genellikle de bir veya birkaç çadırdan oluşan ve sürekli yer değiştiren yaşam tarzları var. Tabii bu durum insanın aklına farklı soruları da getirmektedir. Öğrendiğimize göre çocuklar, belli merkezlerde bulunan okullarda yatılı olarak okumakta ve masrafları devlet tarafından karşılanmaktadır. Her bir Moğol göçebe
hayatı yaşasa da, bulundukları yere en yakın hastaneden ücretsiz hizmet almaktadır. En çok ilgimi çeken konu ise; sosyal güvenlik destek primleri Devlet tarafından yatırılmakta ve 55-60 yaşına gelenler emekli olup kendilerine maaş bağlanmakta imiş. Bu arada hemen belirtmek isterim ki, günümüz modern şartlarından onlardan az da olsa bir kısmı nasibini almış. Çadırlarının önünde güneş enerjisi paneli ve arabası, motoru olanlara da rastladık. Çadırına konuk olduğumuz sevimlim aile, bize kımız ve hamur ikramında bulundu.
Moğolistan seyahatimiz sırasında yol boyu rastladığımız Ovoo lar da oldukça ilginçti. Şamanizm in tapınmak ve adak dilemek için gerçekleştirdikleri ritüelin bir parçası olan Ovoolar; taş yığınlarından ve çaput ve bayraklardan oluşmaktadır. Zaten kelime olarak da “yığın” anlamı taşımaktadır. Sadece taşlardan değil, söğüt dalları ve ahşap parçaları da kullanılmaktadır. Bu arada bağlanılan bezlere de khadag denilmekteymiş. Ovoonun etrafında saat yönünde 3 kez dönmek ve bu arada dilek dilerken, bu yığına etraftan aldığınınz taş parçasını eklemek şeklinde ritüeli tamamlamaktasınız. Buraya hediye olarak; şeker,para, içecek vs. de konulmaktadır.
Bizim kaldığımız ger çadır kampından da biraz bahsetmek isterim. Ne yalan söyleyeyim beni en çok kaygılandıran kısım burada yaşayacağımız deneyim idi. Anlatılanlara bakılırsa; tuvaletler dışarıdaydı ve o soğukta gece fener ile tuvaletlere gidilebiliyordu. Neredeyse bavulun yarısı, buraya hazırlık için konulan malzeme ile doldurulmuştu. Ancak
kampımıza adım atar atmaz gördüklerimi ile çocuklar gibi sevindik. Yeni düzenlenen kampta yurtlar gerçekten çok güzel dizayn edilmiş, banyosu ve tuvaleti içinde olarak yapılmış. Ayrıca; elektrikli kaloriferi, su ısıtıcısı, soğuğa göre ayarlanmış yorganları ile çok konforluydu. Sosyal tesis de Ögeday Hanın sarayından yola çıkılarak çok şık ve güzel dizayn edilmiş. Yemekler de beklentilerimizin çok çok ötesindeydi.
En son Orhun Nehrine ait görüntüler ile yazımı bitirmek isterim.