BUHARA-2 ( ÖZBEKİSTAN ) – ERTUĞRUL FIRATLI
BUHARA-2
Birbirine bakan iki medrese olduğunda bunlara koş ( kosh ) yani Farsça çifte medrese denmekte. Buhara’da bulunan çifte medrese komplekslerinden biri de; karşılıklı birbirine bakan Uluğ Bey Medresesi ile Abdülaziz Han Medreseleridir. Bunlardan biri 15. Yy diğeri ise 17. Yy.a tarihlenmektedir. Seviye olarak altta konumlanan eski, yüksekte konumlanan ise daha sonra yapılan medrese oluyormuş. Burada eski olan Uluğ Bey Medresesidir.
Timur hanın torunu, çok önemli bir astrolog olan Uluğ Bey zamanında yapılan Uluğ Bey Medresesinin ( Ulug- Beg Madrasah ) yapımı 3 sene sürmüştür. Medrese süslemesinde kullanılan yıldız motifleri, Uluğ Bey’in astrolojiye olan ilgisine vurgu yapmak amacıyla kullanılmıştır. Medresenin her bir köşesi Türk rengi olan turkuaz ile donatılmıştır.
Bolşevikler zamanında çok zarar gördüğünden iç kısmı biraz kötü vaziyettedir. Tadilat çalışmaları yapılmış, halen de devam etmektedir.Eskiden sadece erkekler eğitim görürken Uluğ Bey buna karşı çıkmış, kızların da eğitim almasını
istemiş ve istemekle kalmamış, uygulamıştır. Zaten medresenin girişinde bunu vurgulayan bir yazı da bulunmaktadır. Burada öğrencilere sadece İslami ilimler değil diğer pozitif ilimler de verilmiştir.
Diğer medrese, 17. Yy da yapılan Abdulaziz Han Medresesidir. Kendisi zamanın hükümdarı olup adına medrese yaptırmaya başlıyor ancak inşaat sırasında bir savaşa katılıyor. Savaşta öldüğü için de maalesef medrese inşaatı
yarım kalıyor. Diğer medresenin aksine bunun süslemesinde karışık renklere ve desenlere ağırlık verildiği gözlenmektedir. Bu da yapım esnasında İran etkisinde kalındığını bize göstermektedir.
Daha sonra sıra Po-i- Kalyan Kompleksine geldi. Burada; Kalyan Camisi, Kalyan Minaresi ( kelime anlamı büyük demektir ) ve Mir-i Arab Medresesi bulunmaktadır ve Buhara’nın en önemli köşelerinden biridir. Özellikle minare şehrin simgesi sayılmaktadır.
Minare ile cami ikisi birlikte 12. Yy da yapılmışlardır. 1120 senesinde ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar tarafından yaptırılmıştır. Bazı bilgilere göre ilk yapıldığında temeli sağlam olmasına rağmen minare caminin üstüne düşüyor. Tamir edilip bugünkü haline getiriliyor. 13. Yy.da buraya Moğollar geldiğinde her şey yakılıp yıkılmasına
karşın bu cami ve minareye dokunulmuyor. Rivayete göre; Timuçin ( Cengiz Han ) askerleriyle her yeri yakıp yıkıp buraya kadar geliyor. Minareye bakayım derken başındaki şapkası düşüyor. O da atının üstünden eğilip şapkasını alıyor. Bunu gören bütün askerler eğilip saygı gösterisinde bulunuyorlar. Cengiz Han da yanlış anlaşılmamak için minareye dokunmuyor.
Çok büyük olan caminin 200 küsur kubbesi vardır. Çini ve mozaiklerle süslü caminin günümüzde sadece bir kısmı hizmet vermektedir.
Minarenin yüksekliği yaklaşık 47 metredir. Eskide üstüne çıkılmasına izin veriliyormuş ancak kaza sonucu birkaç turistin ölmesi sonucu yasaklanmış.
Mir-i Arap Medresesi halen eğitime devam ettiği için gezmemiz mümkün olmadı. Şeybanilerden önemli bir zat, Yemenden buraya geliyor. Semerkant’taki medreselerden eğitim aldıktan sonra İslam dünyasında çok meşhur oluyor. Buhara’ya gelip zamanın hükümdarı Ubaidulla Han tarafından onun adına yaptırılıyor. Buhara Emiri öldükten sonra buraya gömülmeyi istiyor. Kabri buraya yapılıyor. Ancak bundan sonra da burası Buhara Emirlerinin kabrine dönüşüyor. İslam Dünyasının önemli alimleri burada yetişmiştir. Sovyet dönemine kadar hizmet vermiş, daha sonra da ilk açılmasına izin verilen medrese olmuştur. İslam Koleji olarak faaliyetini sürdüren okulun şu an 150 talebesi bulunmaktadır.
Gelelim şehrin güzel Ark Kalesine.
Buhara Hanlarına ev sahipliği yapan Ark Kalesi, M.Ö 3-4. Yy.lara tarihlenmektedir.1920 senesine kadar da rezidans olarak kullanılmıştır. Yapımı hakkında pek çok hikaye dinlediğimiz kale birkaç kez yıkılıp yeniden yapılmıştır. En
son yıkımı 1920 senesinde yaşamış, Bolşevikler burayı bombalayarak çok zarar vermişlerdir. Ancak daha sonra Sovyet tarihçilerin de desteği ile kale aslına uygun olarak tamir edilmiştir. Sürekli de elden geçirilmektedir çünkü burada ilk ve son baharda çok fazla yağmur, kışın da kar yağmakta, kale sürekli zarar görmektedir. Kale duvarlarında çıkıntılar şeklinde gördüğümüz ahşap kısımlar, duvarları sağlamlaştırmak için yapılmışlardır.
Ark Kalesinin iki kapısı bulunmaktadır. Aşağıda fotoğrafını paylaştığım esas giriş kapısıdır. Girer girmez de ufak bir
hapishane kısmı bulunmaktadır. Zamanında hükümdarı ziyarete gelenlerin gözünü korkutmak için yapılmış. Burada aslında başka bir zindan da bulunuyor. Büyük bir çukur şeklinde düzenlenmiş olup içinde akrep yılan gibi hayvanlar ile doluymuş.
Buhara’nın en son emiri Alim Han,1920 senesine kadar burada bulunmuş, Sovyetler gelmeden hemen önce Afganistan’a kaçmıştır. Asıl amacı Türkiye’ye kaçmak olan Han, bunu başaramamış ve Afganistan’da sefalet içinde ölmüştür. ( 1940 ) Emirin aslında dünya bankalarında çok büyük bir servetinin olduğu ama torunlar durumlarını ispatlayamadığından bu paraların o ülkeler tarafından tutulduğu ve verilmesinin de düşünülmediği söylendi.
Kale içinde yer alan caminin iç ve tavan süslemeleri gerçekten görülmeye değer.
Kalenin kabul hanesinde emirin tahtı bulunmaktaydı ancak 1920 yılında Bolşevikler onu Moskova’daki müzelere götürmüşlerdir. Tahtın esası ahşap olup üzeri gümüş ve kıymetli taşlar ile süslüymüş. Kabul hanenin kapısının
önündeki çıkıntı, gelen misafirlerin hanı görmesini engellemek için yapılmış. Kalenin dış kısmında da Emir için bir yer yapılmış. Özellikle kutlamalar kale dışında meydanda yapıldığında emir gösterileri buradan izlemekteymiş.
Kabul hanenin yan tarafında ufak bir müze bulunuyor. Burada Özbekistan’ın değişik bölgelerinde yapılan ve devam eden kazılar ve bu kazılarda emeği geçenler hakkında, burada yapılan ilk medrese ve camiler hakkında bilgi verilmektedir.
Yine burada, büyük tıp alimi İbn-i Sina’nın resmine ve tanıtımına yer verilmiştir. Kendisi, Buhara’nın 30 km. dışındaki Afshona Kasabasında dünyaya gelmiş, Buhara’daki medreselerde eğitimini almıştır.
En son paylaştığım fotoğraf, şimdi turistik amaçla kullanılan eski su kulesidir.
Bundan sonraki durağımız; Bolo-Khauz Camisi oldu. 18. Yy da yapılan bu caminin diğer bir ismi de “40 sütunlu cami”dir. Aslında 20 sütunu bulunmaktadır ancak önündeki havuza bunların yansıması sonucu 40 sütun şeklinde
örüldüğünden bu adı almıştır. Emirin kalesinin karşısında yer almaktadır. Eskiden burada bulunan ve Kalenin karşısında konumlanan Registan meydanından kalan tek eserdir. Önündeki minare 1917 yılına ait olup süs için yapılmıştır.
Cami halen Cuma camisi olarak kullanımdadır. Kıble kısmı orijinal olup, 18. Yy. a aittir. En ilgi çekici yanı da ahşap işçiliğinin güzelliğidir.
Samaniler Parkında yer alan Samaniler Türbesi gerçekten özel bir yapı. Samaniler bu topraklarda 9. Ve 10. Yy. da yaşamışlar. Samani Hanlarının, İrani yani şimdiki Tacik halkı olduğu söyleniyor. Kendileri Sünni Müslüman
oldukları için o dönemde pek çok cami, medrese ve kervansaray yaptırmışlar. 13. Yy.da Moğol istilası döneminde hepsi yıkılmış, sadece bu türbe kalmış. Eskiden burada büyük bir kabristan varmış ve bu türbe de toprak altında kaldığı için kurtulmuş. Sadece kubbe kısmı yokmuş ve 1900 senelerinden sonra üstündeki toprak alınıp kubbesi ilave edilmiş.
İslam dünyasında türbe geleneği olmamasına rağmen ilk türbe; Irak’ın Samarra kentinde yapılmıştır. Daha sonra Müslümanlar bundan etkilenmiş ve türbeler yayılmıştır. Kerpiçten yapılan türbeler, yağmur ve karın etkisiyle zamanla zarar görmektedir. Dayanıklı olması için, kerpiçler pişirilerek tuğla elde edilmiştir ve bu türbe de tuğladan yapılan ilk türbedir. Arkeologlar yapısını incelediğinde içinde yumurta sarısının olduğunu ve bu yüzden de sağlam olduğunu saptamışlardır.
Türbenin içinde yine tuğladan yapılmış bir kabir bulunmaktadır. Ancak araştırmalar, içinde üç kişinin yattığını saptamıştır. Kemikler incelendiğinde, Samani Hanının torunu ve babasının burada yattığı söylenmektedir. Ama kendisinin burada olup olmadığı bilinmemekte, türbenin sade olmasından dolayı burada olmayacağı tahmin edilmektedir. Türbe önünde Zerdüştlere ait bir takım izlere de rastlanmaktadır.
Diğer yapı da Eyüp Peygamberin çeşme türbesidir. Rivayete göre Eyüp Peygamber, Buhara’ya kadar gelmiş ve asasıyla su bulmuş ve insanlar da onun anısına 12. Yy.da buraya bir türbe yapmışlardır. 14 ve 16. Yy.da da buraya türbe yapılıyor. Uzaktan bakılınca yapının çok farklı olduğunu ve her birinden izler taşıdığını görebiliyorsunuz. İlk yapılan kubbe konik şeklindedir. İkinci yapılan kubbe sekizgen ve daha sonra yapılan yuvarlak formdadır. Çeşmede halen su bulunmakta ve insanlar tarafından şifa suyu olarak kullanılmaktadır. İçinde bir müze de bulunmaktadır.
Burada en çok ilgimi çeken Aral Denizinin nasıl küçüldüğünü gösteren çarpıcı haritaydı. Amuderya ve Siriderya nehrinin oluşturduğu Aral Gölü, zamanında dünyada büyüklük açısından 4. İken, Sovyetlerin yanlış tarım politikası ve açılan sayısız kanallar nedeniyle iyice küçülmüştür. %90 ını kaybeden göl maalesef kurumuş, halen de suyu kullanılmaktadır.
Türbenin hemen karşısında yer alan bir hilal ve açık kitap şeklinde yapılan anıt, İmam Al – Buhari’ye adanan bir müzedir.
Son olarak sizlerle yerel pazar ve el-işçiliği ile ilgi birkaç kare paylaşmak istiyorum.